14 Temmuz 2021 Çarşamba

TANRI HERKESI MUTLULUGU ANLAYABILECEK SEKILDE YARATTI

    Uzun süredir bazı dostlardan artık yazmayı bırakıp bırakmadığım konusunda mesajlar alıyorum. Hayır sadece zor günlerden geçiyorum. Farkındayım çok uzun süredir yazmadığımın, bir sır vereyim uzun zamandır spor da yapmıyorum.(oysa ki bir çok arkadaşımın benden feyz alarak spor yapmaya başladığını ve güzel sonuçlar aldığını ve beni gururlandırdığını bilmeme rağmen) Ama artık yoluna koymaya başladım bazı şeyleri, merak etme. Malum hayat bu her zaman musmutlu olamıyorsun, keşke olabilsek değil mi? Neyse, sen nasılsın?

 

    Yazmıyor olmamın büyük bir sebebi de hem lise, hem üniversite okumanın verdiği stress, her gün ödev yapmak ne zormuş, öğrenci dostlarıma sevgilerimi sunuyorum bu yazım sayesinde. Sonra bu yoğun okul dönemi bitince, uzun süredir düşünmekten kaçındığım birçok sorunlar aklımı kurcalamaya başlamıştı. Mutsuzluğum önce değer verdiğim Selin ile arkadaşlık yollarımızın ayrılması, sonra bir yılı aşkın süredir işsiz olmanın aslında beni ne kadar üzdüğünü farkettim, e tabii  uzun süredir devletten beklediği haberin gelmemesi de cabası… Yani bir süredir yolunda gitmeyen birçok şey var. Hayat işte, her zaman planladığın gibi olmuyor birşeyler. Neyse ki, çıktığım dolu dolu üç haftalık tatil çok iyi geldi.  Hayatta olmasına engel olamadığımız durumlar var ve şuan o durumların birçoğunu çok acı şekilde yaşayanlardan biriyim. Eğer sende aynı zor yoldan geçiyorsan emin ol yalnız değilsin ve unutma, her şey yoluna girecek. Ben bu tatilde önce bu sorunları düşünmemeye çalışıp anımın tadını çıkarmak için uğraştım ama beyin öyle bir organ ki; bazen sorunları ne kadar atmaya çalışırsan o kadar daha çok düşünüyorsun ve bu durum daha da mutsuz olmana yol açıyor. Havuza gidecekken Suzan’ın evinde bulunan birkaç kitaptan biri gözüme çarptı, havuz başında boşuna uzanıp telefonda zaman kaybetmek yerine kitabı okuyayım bari deyip o kitabı aldım. Kitapta yazılan, hissettiklerime o kadar çok uyuyordu ki; bu bana Tanrı’nın bir işareti diye düşündüm. “Mutsuz birini görürseniz mutsuzluğun sebebininin yine kendisi olduğunu hatırlatın. Zira Tanrı herkesi mutluluğu anlayabilecek şekilde yarattı.”(Epiktetos) İşte beklediğim işaret tam da buydu. New York’a döner dönmez o biriktirdiğim üzüntüyü, siniri, hırsı, kendime çektirdiğim acıyı düşünmeye sorunu bulmaya çalıştım. Ele avuca alınacak bir sorun yoktu aslında ve varsa da bütün problem bendeydi, benim kendimi mutsuz etmek isteyişimdeydi. Satırları okuduktan sonra artık o mutsuz insan olmak istemiyor ve bunun için bana en iyi gelen eski yöntemimi deniyorum. Saatlerce  kitap okuyor, okuduğum eserlerdeki ülkelere, evlere, yaşamlara konuk oluyorum. İnan bana içinde yaşadığım mutsuz durumdan beni kurtaran her yazara minnet duyuyorum. (Özellikle de değerli Zülfü Livaneli’ne)

 

    Bir Çin atasözü der ki “Mutsuzluk kuşlarının başınızın çevresinde uçmasına engel olamasanız ama saçlarınıza yuva yapmasına engel olabilirsiniz.” Ve ben onların içimde yuva yapmasına asla izin vermeyeceğim.  Seninde zor nefes aldığın gün yada günler vardır ve bunun çaresini bambaşka yerlerde arıyor olabilirsin ama şundan eminin tek çare bende yani sende. Boşuna dememişler insan kendi kendinin doktorudur. Bende kendi doktorum olmaya çalışıyor bu zor günleri zararsız atlatmaya çalışıyorum. Eğer yazı seni bunalttıysa özür dilerim inan. Söz veriyorum bir sonraki yazım mutluluk yazısı olacak. Sevgiyle kal.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


28 Mart 2021 Pazar

PANDEMI'DE 1.YIL

        Merhaba. Biliyorum çok uzun zaman oldu. Aslında derslerden arta kalan zamanda (ki pek kalmıyor) yazıyorum ama düzeltmeler çok zaman alıyor. Neyse umarım iyisindir. Son zamanlarda sosyal medya paylaşımlarında  yada haberlerde  gördüğüm pandemi de bir yil başlıkları ile ilgili konuşmak istiyorum. 

       İnan bana ben de zor zamanlar geçirdim ve hâlâ geçiriyorum, bazen tek yapabildiğim aktivite evimin bir kaç sokak ötesindeki parka gidebilmek, ya da evimin üstündeki çatıda güneşi hissedebilme o da derslerden vakit bulursam. Sakın şikayet ediyor diye düşünme, hiç etmiyorum daha önce de söylemiştim, kendime yeni bilgiler katma mutluluğu herşeye değer. Hem evde boş boş durup eşimle kavga çıkarma yolu düşüneceğime ders düşünüyorum daha ne olsun. Demem o ki; herkesin lanet ettiği bu pandemiden ben kendime birçok şey öğrettim. Mesela; ne olursa olsun ailenden yada sevdiklerinden önemli hiçbirşey yokmuş, New York’ta hayat kurma derdinden anlamamışım ben hiç, hele birde 5 yılın özlemide birikince… Diğeri; yıllardır okumaktan korktuğum, anlamam nasıl olsa diye gösteriş olsun diye aldığım ve ilk sayfasını bile okumadan bir kenera bıraktığım ingilizce yazıları hatta kitapları okudum bu dönemde. Senin için kulağa komik gelebilir ama bana çok büyük özgüven verdi bunu yapabilmiş olmak. Bir diğeri ise, kendi çapımda öğretmen oldum, önce dünyalar tatlısı yeğenim Bengisu ile başladık basit ingilizce derslerine, şimdi tam dört tane öğrencim var. Onların öğrendiğini görmek bana başka bir mutluluk veriyor inan. Bir başka güzel şey spor yapma alışkanlığı. Bazen sosyal medya paylaşımlarımda da yer veriyorum spor yaptığıma ve sende yapmak istersen sana destek olmaya hazır olduğuma (ne yemelisin yada yememelisin olarak değil tabii ki bunun için eğitim almak gerekiyor, ki onunda eğitimini almaya başlıyorum yakında) şöyle ki genç yaşta çalısmaya başlayınca hiç durup spor yapsam demedim, Marmaris’te çalıştığım dönemde spor yapın sağlığınız, kondisyonunuz için önemli diyen sevgili müdürüm Sadi Bey’in dediklerine hiç önem vermemiştim (çocukluk aklı, özür dilerim değerli Sadi Bey). İşte tam da bu pandemi döneminde bana iyi gelmeyen tüm alışkanlıklarımdan vazgeçip, hergün beynime, kendimi ne kadar sevdiğimi ve egzersiz yapmanın beni mutlu edeceğine dair sinyaller gönderdim. Ve artık sporu kilo vermek için yada yapmış olmak için yapmıyorum. En güzeli de beni bu güzel yola yönelten canım Merve sayesinde seninle tanıştım ve tam bir yıl oldu, seni tanıdığıma değerli vaktini yazılarımı okumaya ayırdığın için minnettarım. 

      İşte benim birinci yılım böyle geçti, bazen mutsuz, bazen umutsuz ama bir çok gün enerjik, bilgi dolu, öğrenmeye aç. Bende durumlar böyle sevgili okur, açıkçası bu pandemiden çok da nefret etmedim. Sende etme, çok haklısın hayatımız alt üst oldu ama “Nerden biliyorsun hayatın altının üstünden daha iyi olmayacağını?”


7 Şubat 2021 Pazar

HİÇ ÖNEMİ YOK

         Merhaba, öncelikle yazılarımı okuyan ve zaman ayırıp bana destek vermek için yorum yapan sana gerçekten tüm kalbimle kucak dolusu sevgiler gönderiyorum. Her ne kadar karantina sürecinde tek yaptığımız sosyal medyada dolaşmak olsa da uzun bir yazıyı okumak bazılarımızı yorabilir yada bunaltabilir. Bu sebeple tekrar yazımı okuyan güzel kalbine teşekkür etmek istedim bu sayede. 

         Umarım iyisindir. Ben güzel bir hafta geçirdim. Eğer beni tanıyorsan hemen hemen her gün spor yaptığımı, sağlıklı beslediğimi ve bunun bana çok güzel enerji verdiğinden bahsettiğim biliyorsundur. Ama ben tekrardan söylemek isterim ki son 1 yıldır başladım spor yapma serüvenimde çok güzel bir noktaya ulaştım, bunun 6 ay öncesi başlangıç süreci de var tabii ki ama orda çalışıyorum diye bahane ederek hep erteliyordum (yapmak istediklerini, hayallerini asla erteleme) sağlıklı yaşama düşüncesini, yanlış yapmışım. Bu konudan da bir ara detaylıca bahsetmek isterim, sende istersen. Biliyorsun okulumun bu hafta ilk haftasıydı, toplam 4 dersim var Türkiye’deki gibi değilmiş üniversite topu topu 4 ders verdiler ama 8 derse bedel inan. Okulu unutmuş biri için, bir de başka dilde olunca ikiye katlanıyor zorluk. Ama inan hiç şikayet etmiyorum bu tatlı yoğunluktan ve zorluktan, her gün kalkabildiğim saatte kalkıyor (çünkü eşim gece geç saatlere kadar çalışıyor ve onun yaptığı telefon konuşmalarından dolayı erkenden uyuyamıyor haliyle bu yüzden sabah erken kalkamıyorum, eh evlilik de böyle birşeymiş) ve günlüğümü yazıyorum. Günlük yazmanın sizi rahatlatan başka bir alternatif olduğunu biliyor muydun? Mutlaka denemelisin. Canım Merve’ye bana bu alışkanlığı kazandırdığı için özellikle teşekkür etmeliyim. (aslında bana hergün 3 sayfa yaz demişti ama ben günlükte en az 2 sayfa yazıyorum) Okul diyordum, ilk haftamı bugün bir dersimdeki sunumumdan aldığım tam puanla bitirdim çok şükür, çok da fena değilmiş İngilizcem onu farkettim. Daha önce ki yazımda Kıbrıs’ta okula gittiğimden bahsetmiştim hatırlarsan eğer, sınıfımdaki herkes 18-22 yaşları arasındaydı, ne hikmetse bu yeni sınıfımda da yaşı büyük olan tek öğrenci benim. Bu bir tesadüf müdür, yoksa evrenin bana gönderdiği bir mesaj mıdır anlamadım. Kıbrıs’taki üniversitemde kendimi kötü hissetmiştim, küçük yaşta gençlerle aynı sınıfta olmaktan ama bu yeni okulumda inan bana hiç kötü hissetmiyorum. Bunun da sebebi geçen yaz döneminde Canım Selin sayesinde Teksas eyaletinin verdiği ücretsiz İngilizce dersine girme şansım olmuştu, görmelisiniz belki 70 yaşındaki adam hali hazırda kendi dili hariç 2 farklı dil biliyor olmasına rağmen yeni bir dil(Ingilizce) öğrenme çabasındaydı, aslında çok uzun süredir de Amerika’da yaşıyordu demekki bu zaman zarfında öğrenememişti yada vakti olmamıştı ama en azından o çabası bana büyük bir ders ve güzel bir örnek olmuştu.

         Bir başka güzel sebep ise; Kemal Sunal’ı hatırlar mısın? Kim hatırlamaz ki diyorsun değil mi okurken? Evet kelimelere sığmayacak kadar çok sevdiğim bir oyuncuydu. Bir çoğunuz gibi bende onun o güzel filmleri ile büyüdüm. Hani ne zaman televizyonda yayına koysalar binlerce kez izlenmiş olmasına aldırmayıp, her defasında daha heyecanla izlediğin, duygusal yerlerinde her defasında daha da çok seni ağlatan o oyuncu… Hiç unutmuyorum bir gün ana haberde Kemal Sunal 51 yaşından sonra üniversite mezunu oldu diye bir haber çıkmıştı, ve ondan sonra da etrafımda bir çok insandan Kemal Sunal geç de olsa mezun olma hikayesi örneğini duymuştum. Evet onun hikayesi de bambaşkaydı, hayatın verdiği şartlardan dolayı 27 yılda bitirmişti belki… Ama olsun bitirmişti nihayetinde. Rahmetlinin o konuşmadan tüm kalabalığı güldürdüğü güzel gülüşünü hatırlıyorum bazen açıp videolarına bakıyorum. Tabii o zamanlar çocuktum anlamıyordum ama şimdi anlıyorum ki, eğitimin yaşı, yaşının da yapmak istediklerinin yanında hiç önemi yok. 

28 Ocak 2021 Perşembe

ISTE YETER KI

    Belki de hayatımın en güzel günlerinden biri bugün. 5 yıl önce kazayla barajı geçtiğim üniversite sınavının sonucunu aldığımda da bu duyguları hissetmiştim.  Haklısın bazıları için çok basit bir histir bu belki ama benim için çok önemli üniversite okumak hele ki ailemde hiç üniversite bitiren biri olmadığını ve annemin tek hayali benim havaya kep atmamı görmeyi istediğini düşünürsek. 


    Türkiye’de iken çok eksikliğini hissetmemiştim okumamış olmanın eh Kıbrıs’ta da kaza ile kazanmıştım zaten, ama yanlış düşünme bölümümü çok sevmiştim. Çalışmak ve okumak zordu işyerimin ve müdürlerimin desteği sayesinde  o da hallolmuştu. Velhasıl otelde çalıştığım pozisyon gereği ilk yılın ortalarında aklıma düşen İngilizce öğrenme merak ve arzusu, otele yarı zamanlı çalışmaya gelen bir öğrenci ile tanışmamla başladı Amerika’ya gelme maceram. 3 aylığına diye gelip burada kalınca mecbur üniversitemi de bırakmak zorunda kalmıştım hani o nolursa olsun bitirip annemi kep atma törenine çağıracağım üniversite. Başlarda çok üzülmüştüm 25 yaşına geldim ve herhangi bir bölüm mezunu olamadım, mesleğim yok, vs... Hepimiz çok çok iyi biliyoruz ki hayat bazen planladığımız gibi gitmiyor, eh Amerika’da ki hayat gailesi de hiçbir gaileye benzemiyor. Hayatımı hep turizmde çalışarak sürdürdüm, o zamanlar evli olmayınca çok sorun etmiyordum bayramlarda izinsiz olmayı.  Ama evlenince her şey değişmişti daha önce de bahsetmiştim ya evlenince çok değiştim diye, artık restaurantta çalışmanın beni günden güne yıprattığını derinden hissediyordum. Birde buradaki restaurantlar ve müşterileri farklı insanlar.... Çok tanınan ve uzun süre çalışmayı istediğim bir Türk restaurantında çalıştım evliliğimin ilk 6 ayı ve kabus gibiydi. Restaurant lüks ama ah söylemek bile istemiyorum.  Eşime ilk ilgi duyduğum an yemek yemeye gittiğimizde bize su servisi yapan çocuğa halini hattını sormasıydı. Genelde yapmazlar bunu o su servisi yapan kişi sessiz biridir. Amerika’ya ilk geldiğimde kendime verdiğim sözlerden birisi asla kendini mutsuz edecek birşey yapma olmaktı evet bazen kısa bir süre bir işverene katlanmak zorunda olmuş olsamda yıllarca kendimi yıpratmadım bir işyeri ile. Ve kesinlikle sana da tavsiye ediyorum zira hayat kısa… Böyle böyle artık buralarda çalışarak ne kadar iyi para kazansanda bu hayata ait olmadığımı ve bu hayatın bir sonu olmadığını son bir yılda anlayıp internette bulduğum her okula başvuru yaptım sanki üniversite seviyesinde İngilizcem varmış gibi. Ingilizce’yi genelde okula giderek öğrenirler yada vizelerini güvende tutmak için okula giderler eh para verdiği okullara gidince öğreniyorlar haliyle. Bense hani hayat gailesi demiştim ya heh işte o yüzden hiç okula gitme fırsatım olmadı çalışmaktan. Tabii ki dili de sadece konuşarak öğrenmiştim. Son bir yılda New York kütüphanesinin yada diğer eyaletlerin verdiği ücretiz her derslere katılıp biraz daha geliştirdim, ama biliyorum ki hâlâ üniversite seviyesinde değil. 


    Ay çok bunaldınız değil mi? Bende anlatırken bunaldım. Tamam susuyorum bugün neden mutlu olduğuma gelirsek, sadece konuşarak öğrendiğim İngilizcemle başvuru yaptığım okula istedikleri sınavlara girip, akademik yazılarını yazıp sonunda kabul alıp bugün kaydımı yaptırdım. Sevincim bu yüzden, başta da söylemiştim üniversite okumak bazıları için boş gelebilir ama Amerika’da yaşıyorsan ve kaliteli bir hayat istiyorsan mutlaka bir diploman olmalı benim bide isteğim ailemde birinin üniversite mezunu olması. Bunu kendi çapımda bir başarı hikayesi diye bloguma eklemek istedim. Sen istersen her şeyi yaparsın bunu hiç unutma lütfen. 5 yıl önce ikinci bir dil konuşabileceğime inanmazken, yeni öğrendiğim bir dilde okula başlamak bir kanıtsa senin de istediğin her şeyi yapacağına kanıttır. Ve en güzeli de anneme yıllar önce  söz verdiğim kep atma sözünü 30’una gelmiş olsamda tutabileceğim. Umarım keyif aldın. Okul nasıl gidiyor diye yazarım mutlaka. Sevgi ile kal. 

9 Ocak 2021 Cumartesi

ATSAN ATILMAZ, SATSAN SATILMAZ

    Uykunun bana erkenden gelip birkaç saat sonra geri gittiği bir geceden herkese merhaba! Bu defa eşimin, kız kardeşinin salonundaki küçük Japon balıklarının nefes aldığı o akvaryumun sesi de tuzu biberi oldu uykusuzluğuma. Sonunda geçen sene heyecanla başladığımız 2020’den kurtulduk. Eşimin kız kardeşinin evi dedim evet, tüm riskleri alıp gelmek zorunda kaldık. Bir yıldır biz evde onlar evde, her tatilde ailesinin yanına giden eşim eh haliyle sürekli aynı evde benle kalınca ailesini görme isteği ikiye katlandı. Bende çok özlemiştim zaten onları. Ne yalan söyliyeyim çok da mutluyum geldiğimiz için. 


    Evlenince değişen bir ben miyim gerçekten merak ediyorum? Sen de değiştin mi? Mesela ben herşeyi gerçekten şimdi daha iyi anlıyorum küçük bir aile kurunca. Beni değiştiren, daha doğrusu olgunlaştırdığını düşündüğüm bir durum aile kavramı... Kendilerine ailenin ne demek olduğu öğretilmeyen ebeveynle büyüdüm ben. Bana kalırsa aile olmak, evlenmeden önce herkese öğretilmeli ki sonra aile olunabilsin. Açıkçası çok da zordu ve onların bilmediği bir şeyi bana öğretmelerini beklemek de onlara yapılabilecek çok büyük bir haksızlıktı. Sahi neydi aile? Geniş bir aileye sahip olmama rağmen onlarla bağım olmaması gerçekten çok üzüyor beni aslında. Sahi neden bağ yok aramızda? Ben ki Hacı Uzunlar’ın defalarca hac görevini gerçekleştirmiş biricik oğullarının kızıydım. Ama hiç de biricik bir torun yada bir insan olarak sevilmedim onların gözünde. Dinimizde önce aile denmiyor mu? Gerçekten anlamıyorum ama suçladığım birçok insan var böyle birbirimize uzak olmamıza sebep olan, sırf bu soğukluktan dolayı hiçbir kuzen bağımın olmaması da haliyle kaçınılmaz. Tamam haklısın, düşünce yapım ve hayata bakış açım büyüdüğüm ortama göre aykırı bunu kabul ediyorum, ama önemli olan bu hayatta kimseyi kırmamış olmam değil mi? Neye göre karar veriyorsunuz birini ailenize alırken? Ben artık bu yüzden sevilmemeyi de kabul ediyorum, hem bu farklı düşünce yapıları degil midir ki aileyi bir arada tutan? Bazen diyorum ki eğer bir kaçı yanımda olsalardı, bana hakettiğim değeri verselerdi böyle kilometrelerce uzakta kendime hayat kurma çabasında olmazdım. Ama sonra iyi ki de yanımda olmamışlar diyorum. Yoksa nasıl tanışacaktım dünyanın en güzel kalpli insanı ile. Hatta belki de bu yüzden kültürümüzün çok başka ama saygımızın hiç eksilmediği bir aileye sahip oldum Allah’ın Amerika’sında. İşte onunla evlendikten sonra ne olursa olsun ailemi sevmeyi, onlara olan kızgınlığımı bir kenara bırakmayı öğrendim.. Benim gençken olduğu gibi ( hâlâ da gencim) onlarında çok hatası oldu, hatta bazen düşündüğümde affedilemez olduğunu hissettiğim hatalar. Ama biz insanoğlu işte… 


    Genelde cahildim derler ya bu hataları düzeltmeye çalışırken, artık ben hepsine inanıyor ve hep güzel şeyler düşünmek istiyorum. Çünkü benim vaktim yok beni muhafazakar ailem seviyor mu diye düşünmeye. Bu yüzden kendime dedim ve; sana da söylüyorum sende affetmelisin hayatından çıkaramayacağın insanların hatalarını. Hani var ya bazı insanlar atsan atılmaz, satsan satılmazlar grubundakiler... 

17 Kasım 2020 Salı

ŞÜKRAN GÜNÜ

    Malum Amerika karışık, herkes hep bunu söylüyor son günlerde sanki kendi ülkeleri karışık değilmiş gibi. Evet kötü olaylar yaşanıyor ama neden insanlar bu ülkeyi sevmeyip bu ülkeyi dilinden düşürmüyor anlamış değilim hala. Şu aralar gündem Şükran Günü kutlamaları ile alakalı. Ne düşünüyorum biliyor musunuz? Bence seçilenin ya da seçilmeyenin pek umrunda değil insanların hastalığa yakalanması, işsiz kalması. Neyse…

Koronaydı, Başkanlık seçimleriydi derken sonunda Amerika’da en güzel sezona ve benim de çok sevdiğim sezona geldik. Tatil Sezonu. Korona’dan önce ve sonra diye ayrılan ve kara bulutlarla dolu bu yılımızda her yıl Şükran gününü ailesi ile geçiren Michael’ın bu yıl  çok hüzünlü olduğunu hissediyorum. Ama ne yapalım önemli olan sevdiklerimizin ve herkesin sağlıklı olması diyoruz kendimizce. Gündemi en çok meşgul tutan haberse Şükran gününde 5 kişiden fazla kişiyle bir araya gelmeyin başlıkları ile dolu. Ee seçim kampanyasında herkes dip dibe tezahürat tutuyordu o gün niye binlerce kişi yanyana gelmesin demediler. Kendi ülkemde zaten nefret etmiştim ama burada daha çok soğudum siyasetten ve siyaset yaptığını sanan insanlardan. Neyse ki ne hikmetse tam da seçimin sonrası aşı da bulunduğuna göre biraz daha içten nefes alabiliriz değil mi?  Tüm yıl boyunca sevinemediğimiz o günler için bu yılki Şükran gününde biraz olsun seviniriz belki. Sanki köyde Şükran günümü vardı diye bir soru daha? Hayır yoktu, bayramlar vardı 10 aileden 9’nun her bayramı birbirine zehir eden aile fertleri ile dolu bayramlar. Ben mesela hatırlamıyorum hiç çok mutlu olduğum bayramları, bayramlıklarım alındığı gün dışında. Hep bir huzursuzluk olurdu, aile bireylerinden biri mutlaka o kalbindekileri kötülükleri dökerdi soframıza, umarım sizin güzel bayram anılarınız vardır.

 

    Son zamanlarda kiminle konuşsam mutsuz ve maalesef ki bir şekilde bu durum beni de etkilemeye başladı. Bir kere ben ikizler burcuyum mutsuz insanların derdine en fazla 5 dakika ortak olabilirim sonra dayanamam gülesim gelir. Bana kalırsa tam da bu yüzden hepimiz aslında bu yolu denemeliyiz. Şimdi diyeceksiniz ki senin tuzun kuru orada. Hayır aslında bende pek parlak koşullarda değilim. Bir kere bende işsizim ama bunu düşünüp bana verilmiş kısıtlı günlerimi heba etmekle geçirmemeye çalışıyorum. Siz de denesenize emin olun iyi gelecek. Yok mu hep böyle düşündüğünüzde mutlu olduğunuz anlar? Ben mesela bir gün yeğenlerime sımsıkı sarılacağım diye düşünürken, Seher’im ile karşılıklı rakı içeceğiz diye düşünürken, Canım Selin’imin çocuklarıma çok tatlı bir teyze olacağını düşünürken ve sevdiğim adamla yaşlanacağım günlerimi düşünürken bile çok mutlu oluyorum. Şükran gününde Amerikan ailem ile bir araya gelemesek de kalplerimiz birlikte kim sallar, baştaki yöneticilerin ne söylediğini. 

22 Ağustos 2020 Cumartesi

AĞAÇ DEĞİLİM

    Ben geldim, aylar oldu değil mi sizlerle düşüncelerimi paylaşmayalı? Hayır bırakmadım yazmayı, geçici bir heves değil çünkü benim için. Dilini, insanlarını bilmediğin bir ülkede yaşamanın zorluklarını düşündünüz mü hiç? Ben dört yılı aşkın burda olmama rağmen hala o zorlukları yaşıyor ve hala onlarla nasıl çok fazla yara almadan savaşırım diye düşünüyorum. 

  

   Evlenmeden önce Amerika’ya gelen her Türk gencinin yaptığı gibi bende Türk restaurantlarında çalıştım. Bu bir klasik olmuş artık burada, öğrenciysen ya da yasal bir konumun yoksa, en çok para kazanabileceğin yerlerdir. En güzel kısmı ise; Türk restaurantında çalışıp, Türkiye’nin birçok değişik şehrinden gelmiş ve değişik hikayeleri olan birçok insan ile tanışıyorsun. Yine uyuyamadığım bir gecedeyim. Central Park’a gitmiştim bugün galiba oranın temiz havası beni çok etkiledi ki, kitap okumama rağmen uykum gelmedi bi türlü. Neyse… En son çalıştığım Türk restaurantında o kadar çok güzel insanlar tanıdım ki; sanki özenle seçilmiş, ilginç ama kimseye zarar vermeyen aksine güzel kalpli kişiler girdi hayatıma. Tabii klasik gurbetçiler olarak bir mesajlaşma grubu kurup; birbirimizi özlediğimizi söylemeden, zenginliğimiz ve fakirliğimizi konuşmadan, dedikodu yapmadan da duramazdık. Türkiye’de aldığım lise diplomam bu ülkede geçmediği için, lise diploması alma sınavlarına hazırlanıyorum bu aralar. Yazmıyor olma sebebim bu aslında. HerneyseO konuşmalarından birinde canım, güzel kalpli bir arkadaşım bana evlendin, mesleği iyi bir kocan var ama yine de bu azmine hayranım dedi. Bunu sevdiğim birinden duymak çok güzel ve onurlandırdı beni. Aslında çok iyi de anlıyorum ve hak veriyorum onun neden bunu söylediğini. Bundan yaklaşık on yıl önceki ben olsaydım kesinlikle evlilikten sonraki tek düşüncem çocuk sahibi olmak olurdu. Okuduğunuz kitaplar, izlediğiniz filmler ya da bulunduğunuz yer öyle bir değiştiriyor ki bakış açınızı bazen o yıllarda ki kişiye dönüp baktığınızda çok aptal yanlışlar yapmışım diyorsunuz. Yani en azından ben diyorum. Eh insanız sonuçta tabii ki hatalarımız olacak. Değil mi ama? Aslında tam da bu yüzden di benim kendimce bişeyler yazmaya başlama sebebim. Olmaz bu benim kaderim deyip kendini mutsuzluğa iten güzel kalplere bi nebze kendimi tanıtmak. Hayatta hep örnek ararız ya, kendi kendinin örneği olmak galiba en zoru. 

 

   Manisa’nın o erkek egemen ilçesinde yaşadığım dönemde, sorsanız haritada gösteremediğim bir ülkede yaşıyor olmam, tatlı Egeli köy şivesi konuşurken yeni bir dil öğrenme çabalarım; bana göre kaderimi kendim belirlediğimin en güzel örneği. Aslında yaşadığın kaderi yeniden belirlemek, istediğin yöne çevirmek senin elinde. Bundan dört yıl önce başka bir ülkede yeni dil öğrenip, sırf düzgün bir geleceğin olsun diye 29 yaşından sonra lise diploması almak için oturup ders çalışacaksın deselerdi gerçekten çok gülerdim bunu söyleyenlere. Ama hayatını kendin yönlendirebiliyormuşsun. Seni aldatan, kandıran, sana işkence yapan insanların etrafında olmak zorunda değilmişsin.  Çok sevdiğim bir söz vardır. “Bulunduğun yer seni memnun etmiyorsa, yerini değiştir, ağaç değilsin.”

30 Haziran 2020 Salı

KIRMIZI KUTUDAKİ MUTLULUK

    Eskiden ne çok dinlenirdi radyolar. Ben hâlâ dinliyorum bazen, ama eskiden olduğu gibi değil tabii ki, gelişen çağın verdiği etki ile. Işıldak diye bir alet vardı bilir misiniz? 

Babamın, o ışıldak dediğimiz hem eve aydınlık veren hem de radyosu olan o meşhur küçük ev aleti. Sizde de var miydi? Babam dokunmamızı istemezdi hiç. 


    İnsanın hiç aklından silinmeyen günler vardır ya, bugün yine o günlerden birindeyim. Küçük yaşlarımda köye gönderildiğimden bahsetmiştim daha önceki yazılarımda. Seviyordum da aslında, annemler hep çalışıyordu, abimse kendi derdinde, büyüdükçe bir kardeşi olduğu gerçeğini kabul etmeyen biriydi. Hâlâ da kabul etmez, başkaları can kardeşidir onun için, bense herhangi birisi… Haliyle bende yalnız kalırdım oyuncak bebeklerimle küçük dünyamda. Köye gittiğimde ise daha eğlenceli geçerdi günlerim. Her gittiğimde bi kere teyzemler ağlatırdı beni, niye geldin yine diyerek. Ben de her şeye ağlayan biriydim, çabuk alınırdım söylediklerine. Buna rağmen teyzelerin yanında olmak bana huzur veriyordu, çünkü hissediyordum kötü niyetle söylemediklerini. Nasıl hissediyordun diyecek olursanız, insan sevilmediğini hissettiği yerde durmaz, hele küçük çocuk asla. Kendi evimdeki kaostan kurtulmanın sevinciydi belki bendeki. Manisa‘nın bir köyünde doğdum ben, oralarda yaygın olan tütün üretimi işiyle meşguldü dedemler. Ah, sabahın 02.00’da kalkar, zifiri karanlıkta gaz lambasının verdiği küçük ışıkla kırarlardı tütünleri. Değişik bir adamdı dedem, beni severdi çok iyi bilirdim ama çocuklarını o kadar sevdi mi işte o konudan emin değilim… Neyse Allah rahmet eylesin diyelim. Tütünü kırıp eve iğnelere dizmek için geldiğimizde, önce o meşhur  tarhana çorbasını yerdik, kurumuş ekmekleri içine doğrayıp, yanına da bahçeden toplanmış mis kokulu domatesleri ve soğanları, gelişi güzel doğrardı elleri güzel teyzem. Tadı hâlâ damağımda desem inanir mısınız? Tütün kırmanın başka bir güzel yanı ise, kırmızı anteni bozuk, eski bir kutudan gelen müzik sesleri ile özellikle teyzemlerin mutluluğu, başka bir dünyada yaşadıklarını hayal ettiği anlardı. Biliyordum bazen çok mutsuz olduklarını, isyan ettiklerini, görebiliyordum küçük gözlerimden. O küçük kırmızı kutudan gelen ses gerçekten mutlu ediyordu onları. Hep birilerinin isteklerini duyardık o kırmızı kutudan, en çok da kader mahkumlarının isteklerini yada mektuplarını sunucu uzun uzun okur, onların istediği şarkıları yayınlardı. Dünyalar tatlısı bir halam var. Her ne kadar akrabalarımı sevmediğimden bahsetmiş olsam da koca halam baska... Aslında annemin halası, o yüzden koca hala demeyi öğrettiler bana küçükken, hâlâ da öyle diyorum. Bazen adını söylediklerinde kim olduğunu çıkaramıyorum desem yeridir. Birçok zaman teyzemlerle koca halama giderdik ziyarete, köyde evinde sabit telefonu olan nadir insanlardan biriydi. Onun evine gittiğimizde ondan habersiz radyoda şarkı isteği yapardık. Hoş şimdi söylesek kızmazdı da, o zamanlar korkardık. Kalbi başka çünkü, diğer akrabalar gibi şeytanlığa çalışmaz onun aklı. Teyzem genelde Elazığ’da askerlik yapan abisine dinleyemeceğini bilse de, çok sevdiği Cengiz Kurtoğlu’ndan bir şarkı isterdi. Ben kapıda sessizce bekleyip, koca halam gelirse onu uyarma görevindeydim.


    Şarkı isteği yaptıktan sonra radyonun başında istek şarkımızı çalmalarını beklemekteydi sıra. Bazen beş, bazen yedi şarkı sonrasında çalar ama mutlaka çalarlardı, heyecanla beklediğimiz şarkımızı. Başka bir duyguydu o kırmızı küçük ve antensiz kutudan çalınacak şarkıyı beklemek. İstek yapanın adını, dedem yada tanıdıklardan biri duyacak korkusundan dolayı veremez, sessizce isteğin çalınmasına sevinirdik. Sanki o kırmızı kutuda birisi yaşıyordu benim için. Ne güzel günlerdi, ne güzel duygulardı korkarak da olsa, o şarkının bizim için çalındığını bilmek.


10 Mayıs 2020 Pazar

SIRLAR DÜNYASI

    Sırlar Dünyası diye dizi vardı benim çocukluğumda hani şu kötülük yaparsan kötülük bulursun hikayeleri ile dolu olan. Hatırlar mısınız? Akşamları herkes, tüm gün bağ bahçede çalışmaktan bıkmış halde eve gelir, yorgunluğunu televizyonun karşısına geçip onu izleyerek atardı. Ders alırdı aklı sıra. 

    Babaannem çok izlerdi. Haliyle bende izlerdim onunla birlikte. Hangimiz ders aldık orası muallak tabii. Dini inançları kuvvetli bir ailede büyüdüm diyeceğim yalan olacak. Babam böyle bir ailede büyümüş olmasına rağmen, biz hiç bu duyguları öğrenmedik kendisinden. Biraz dağıtmıştı kendini. Hiç suçlamıyorum da, kendini tanımadan evlenmiş, iki de çocuğu olmuş. Bir de başka şehre yerleşmiş, o dağıtmasın da kim dağıtsın değil mi? Nüfusu kalabalık bir baba tarafım var ve hiçbiri ile bağım yok. Kendimi tanımaya çalıştığım dönemde, birkaç kötü niyetlinin çıkarttığı, yalan haberlerle sonuçlanan ve haksız yere suçladığım bir çağım oldu. Geçen gün eski bir arkadaşım gitmeseydin keşke o kadar uzaklara dedi bana. Nasıl kalabilirdim ki… Büyük ve kendince adı bilinir, dini duyguları güçlü bir ailenin torunuydum. Ama bir defadan fazla Hacca giden, oralarda dinimizi daha derinden öğrenen değerli büyüklerim, bana bir kere bile sarılmayı ve beni koşulsuz sevmeyi öğrenememişti. Aforoz etmişlerdi yahu, türban giymiyorum diye. Nerde o torununa, yeğenine aşık sevgiden içine sokacak gibi olan insanlar,  nerde benim çocukluğumdakiler. Köpeğin yavrusu, bile sevildiği yere gider değil mi? Ben sevilmemiştim, aşık olduğum babamın annesi ve kardeşleri tarafından. Çocuklarınızı sevmezseniz bulduğu ilk fırsatta size sırtını döner. Tecrübe konuşuyor diyebilirim bu konuda. Bana şimdi sorduklarında babam tarafından hiç kimseyi tanımıyorum diyorum ve hep böyle diyeceğim. Kendimi çok suçlamıştım ve sorgulamıştım. Beni sevsinler diye istedikleri gibi olmayı kabul etmiştim ki… Ne yaparsam yapayım kalpleri taş bağlamıştı, değişmezlerdi. İlk zamanlar, eğitimsiz olmanın verdiği bilgisizlik diye adlandırmıştım bu sevgisizliği. Ama teyzemler de eğitim görmemişlerdi. Fakat, her yanlarına gittiğimde koyun kokularıyla, sımsıkı sarılırlardı bana. Kemiklerimde hissederdim bana olan sevgilerini. 

    Neydi,  okulda bize öğretilen iyi bir dindar olmanın şartları… “Yaradılanı sev, Yaradan' dan ötürü."  Ne demekti ? Öylesine mi öğrenmiştim ben o bilgileri. Hani… Sırlar Dünyası’nı izleyip, nerede kullandınız o öğrendiklerinizi…

2 Mayıs 2020 Cumartesi

MAYIS'TA DOĞUM GÜNÜ

İşte en sevdiğim aylardan birindeyiz… Mayıs. Amerika’nın en gözde şehirlerinden birinde yaşıyor olmam, Manisa’ya yaklaşık araba ile altı saatlik bir yolculuğun sonunda, en son nüfus sayımında 1000 kişiye yakın insanın yaşadığı küçük bir köyde doğmuş olmamı asla değiştirmeyecek. Hani geceleri yatmadan konuşursunuz ya eşinizle, biz hep benim köy yaşantımı konuşuruz uyumadan önce. Onun hiç bilmediği hayatı. 

  Kimliğimde 11 Haziran diye geçen ve babaannemin ısrarla bu tarihte doğduğumu direttiği, annemin 25 Mayıs Cuma günü ( bu arada 25 Mayıs 1991 Cumartesi gününe denk geliyor. ) tam da cuma  namazı vaktinde, diye anlattığı, aslında doğum günü bile karışık bilinen, şaşkın bir ailenin ikinci çocuğu olarak dünyaya gözlerimi açtım. Evde doğurmuş annem beni o yüzden çocukluğuma ait tek bir fotoğraf yok. Hiç önemli hastalığım olmadığı için şehre gitme gereği duymamış, haliyle resim çekme özentileri de olmamış içinde kimsenin. Annem hala söyler bazen, ben senin doğmanı hiç istemedim diye. Belki o yüzdendir bu fotoğraf olmaması ve doğum tarihimi bilmiyor olmaları. O dönemin genç, sarışın, yeşil gözlü, uzunca boylu, yakışıklı  babamın gençlik ateşi, yeni köyler keşfetme ve para kazanma hırsı ile başka bir köye taşınmışız ben tam 2,5 yaşındayken. Aslında tam köyde değil. Bizim oralarda, Almancı dedikleri, (Almanya’dan emekli olmuş bir aile) ve en yakın köye iki kilometre uzaklıkta olduğu bir  tavuk çiftliğinde iş bularak beni ve tüm aileyi yeni bir serüvene sürüklemiş. Çünkü tavuk gübresi bilinen en kötü kokudur. O yüzden hep köy dışına yada köy girişime yapılırmış. O yüzdendir ki başka bir köye taşınmışız diyemedim. 
Köye bayram ziyaretlerine gidilirdi bizim oralarda, hani şimdi yazlık yerlere gidilen bayram günleri. Biz de babamın işi yüzünden gidemez olmuştuk her bayram. Annemin de işine gelirdi aslında, kocasının bi türlü sağlam bir bağ kuramadığı ailesini görmektense,  çalışmak işine geliyordu. Annem ve babam tavuk çiftliği ile uğraşırken bende Almancıların torunları ile oynayarak günlerimi geçirirdim. Çünkü abim sevmezdi benimle oynamayı. Ben hep bebeklerime annemin en sevdiği kumaşları yırtıp elbise dikmekle uğraşırdım. O ise bisiklete binmeyi öğrenmeye çalışır, arkadaşları ile maç yapar, bağa bahçeye giderdi. Almancıların iki torunu vardı. Benim en çok sevdiğim Mustafa’ydı. Benden bir yaş küçük sıska tatlı bir çocuktu. Daha güzel oyun oynardık birlikte. Upuzun, beli geniş ve etrafı kum dolu bir ceviz ağacı vardı  Almancıların villasının önünde. Hatta, o ceviz ağacı yaz aylarında bize klima görevi yapardı. Onun altına oturup ceviz ağacı yaprakları içine kum koyup sarma sarardık Mustafa ile birlikte. Şehirde yaşıyordu onlar. Ya hafta sonu gelirlerdi yada okul tatillerinde çiftliğe. Onların gelişi ile benim ve abimin ayrı ayrı oynayışları son bulurdu. Toplam dört kişi geceleri koca villanın etrafında saklambaç oynardık. Hele yaz günlerinde daha güzel olurdu yalın ayak oynaması.  Hala gözümün önüne geliyor sarışın, sıska çocukluğum ve yalın ayak etrafta saklambaç oynadığım günler. 

Galiba hiç büyüyemeceğim ben, kaç yaşına geldim, evlendim. Hala eşime yatmadan önce bu güzel günleri anlatıyorum. Ona masal gibi geliyor gece saklambaç oynamalarımız ve ayağımda terliksiz koşmalarım. Masal değil birebir yaşadım diyorum. Bana sımsıkı sarılıp iyi ki tanıdım seni diyor. 

25 Nisan 2020 Cumartesi

UZAKTA RAMAZAN

Nerde eski Ramazanlar diye dediğinizi hissederek yazıyorum bu yazımı. Zira benim evimde kimse demiyor bunu. Amerikalı biriyle evli olmanın dezavantajı mı desem bilemedim, onun bayramları olduğunda ben nasıl onun gibi neşe dolu olamıyorsam, haliyle o da benim bayramlarımı pek önemsemiyor. Ama seviyorum birbirimize ve kültürümüze olan saygımızı. Saygı değil mi ki zaten insanları birbirine  bağlayan.

Dini duyguları güçlü olduğu söylenen ailede büyümüş olmama rağmen, onlar gibi dinine bağlı biri olamadım. Belki bu yüzden hiç sevmedi beni,  ailenin dindar kesimi. Çok fazla önemsemiyorum  açıkcası. Belki birazda olaylara farklı baktığım içindir. Ama hep Ramazan’ın insanın içine bir huzur verdiğine inananlardanım. Şuan bu kültürden çok uzak olsam da. Evin küçüğü olduğunuzda her işi siz yaparsınız. Yani en azından bizim evde öyleydi. Ben de evin ikinci ve son çocuğu olmanın bir çok dezavantajını gördüm. Siyah beyaz televizyonumuzun kumanda görevi bendeydi mesela. Eğer annem sofrayı hazırlarken unuttuğu birşey olursa, onu getirme görevi de bendeydi. Çatısı olmayan beton bir evde yaşıyorduk o dönemler. Şimdi nasıl bir evde yaşıyor bizimkiler bilmiyorum. Yıllar oldu gitmeyeli. Tam merkezi bir yerde yaşamadığımız için iftar topunun atıldığını evden duymak mümkün değildi. Haliyle küçüğün görevi çıkıp dışarıda topun patlamasını, ezanın okunmasını beklemek ve bizimkilere haber vermekti. Diğer görevlerimi sinirlenerek yapsam da, evin çatısına çıkıp ezanın okunmasını beklerken, gün batımını  izleme keyfi bana aitti. Ama bir çok günler annemlere haber vermeyi unuturdum, haliyle benim yüzümden geç açarlardı oruçlarını. Çocuk aklı işte… Ne kadar büyük günahlar değil mi ama?  Çocuk olmanın en güzel yanı bu değil mi ki? Günahlarına rağmen birilerinin seni seviyor  olması… 

 Kendi ülkemde ve malesef ki ailemde bulamadığım mutluğu aramak için Amerika’dayım. Buradaki insanların da inançları olduğunu unutarak. Özlüyor musun diye çok soran oluyor, gurbette olunca. Ramazan ile ilgili en çok özlediğimde ailemin alacak gücü olmamasına rağmen, 30 günün sonunda bayramlık alınma ihtimali. Şimdi düşündükçe bile huzur doluyor içim. Ama hayalim, en azından önümüzdeki bayramların birinde Ramazan’ın gerçek ruhunu yaşamak ve canım sevdiğime öğretmek. 

21 Nisan 2020 Salı

MUALLAK

Çok korkuyorum aslında bu yeni dönemin insanlarından. Üzülüyorum, önce yönetimi suçluyorum, sonra diyorum insanın kendine ettiğini, kimse kimseye etmez. Öyle derler bizim Ege’de. Herşeye kolayca ulaştığımız bu yüzyılda, neden bilgiye ulaşmaya çalışmıyoruz sanki. Okunması gereken bir çok yazı varken, güzel kızların resimlerine bakmak veya videolarını izlemek… Yönetim falan suçlu değil. Küçükken çok duyardım “Her koyun kendi bacağından asılır.“ deyimini. Küçükken aklın beş karış havada oluyor anlamıyorsun büyüklerin ne dediklerini, ne demek istediklerini.

 Kendi işinde, gücünde bir ailede büyüdüm. Abim ve ben küçük yaşta başladık çalışmaya. Bugünler de çocukluk günlerimi çok  düşünüyorum. Neler gelmis başıma, eşimin dediği gibi şans eseri yaşıyorum dedirten bir çok anılar. 
Hani nerde o eski günler dediğimiz anlar var ya. Annem ve babam tavuk çiftliğinde çalışır, abim ise sanayide çalışırdı. Meslek öğrensin diye, yedi yaşında işe gitmeye başlamıştı. Benim çalışıp, para kazanma yaşım  daha gelmediği için beni de, otobüse bindirip köye gönderirlerdi. O zamanlar yaklaşık, dört saatlik yolculuktu. Beş yaşımda otobüse bindirilip giderdim tek başıma doğduğum küçük köyüme. Hani dedim ya, kazara yaşıyorum diye. Başıma birşey gelseydi, kim nerden bilebilirdi ki. Telefon yok, gideceğim yere ulaşıp ulaşmadığımdan emin olmaya çalışan aile yok. Düşündükçe beni hiç sevmemişler diyorum. Hep başından atma çabaları… Çok da iyi anlıyorum aslında, deli gibi çalışırken çocuk yetiştirmek birlikte yürümüyor. O yüzden bazı çocuklar ya saygısız yada bilgisiz oluyorlar ya. Bende öyleydim aslında bilgisiz. Zamanla kendimin bile inanamadığı şekilde değiştirdim kendimi. Bir kere içinizde varsa eğer, ailenizden gördüklerinizle şekillendirmiyorsunuz nasıl bir insan olacağınızı. En azından ben onlardan öğrendiklerimle şekillendirmedim. Kötülük yapan insanlar, ailelerinde kötülükler gördükleri için değil, iyi olmak istemedikleri için  iyi biri değiller. Hani köpek eniği bile sevgiyi hissettigi yere gider ya, bende köyde en fazla sevgi gördüğüm yere gittim hep. Anne tarafına gider, teyzemlere her türlü işte,  çocuk aklımla yardımcı olurdum. Başka bir sevgi vardı onlarda. Onların babalarını düşünüyorum da… Pek de örnek biri değildi rahmetli. Ama teyzemlerdeki o sevgi bambaşkaydı. Hayatım boyunca aklımda kalacak, sözlerle tarif edilemeyen bir sevgiydi. Onlar da tarla da çok yoğundu bağ bahçe işleri ile. Ama hep benimle ilgilenirlerdi, ailemin aksine. Bu yüzden diyorum ya, nasil biri olacağınız sizin elinizde, kimse size öğretmiyor. En azından bana öğretmediler, bir aile olmayi. 

Şimdi bana öğretilmeyeni yeğenlerime öğretmek derdindeyim. Bana bile gerek yok,  anneleri varken. Engellenemeyen korkular biriktiriyorum içimde yeni büyüyen nesile karşı. Bir gün biter mi bu korku, dönebilir miyiz eski günlere? Otobüse tek başına köye gitsin diye çocuklarımızı gönderebilir miyiz? İşte orası muallak… 

10 Nisan 2020 Cuma

BEŞ KÜÇÜK KIZ

   Küçük insancıklarla ikili iletişimim genelde güzel olmuştur. Kimin olmaz ki. Onların dünyasına girebilmek, yani çocukla çocuk olabilmek bence ruhunuzu tedavi etmenin en güzel yöntemi.

   Bir erkek bir kız kardeştik biz evde. Abim akıllı olan, ben ise akılsız, çılgın olanıydım. Hayatın verdiği sorumluluğu taşımakta zorlanan ailem bana susadığım sevgiyi tam anlamıyla vermemişti. Bu yüzden belki ben hep sevgiye açtım. Sevgi olsun da her şey çözülür diye düşünüyorum artık. Bana verilmeyen sevgiyi binlerce katıyla tekrar vermek de benim borcum diye düşünüyorum. Beş tane kız yeğenim var. Hepsinin yeri çok ayrı. Geçen gün Korona virüsünden dolayı eve kapandığınız şu dönemlerde kendimce yazdığımı öğrenen birisi on, biri yedi yaşında olan iki yeğenimle telefonda konuşurken, onlara birbirimiz hakkında küçük yazılar yazalım dedim. O gece ben heyecanla oturup yazdım. Ertesi gün yedi yaşında olan beni ve eşimi uzun bir binanın en üstündeki pencereden bakan, güneşin penceremize vurduğunu gösteren bir resim çizmiş ve benim hakkımda o küçük kalbinden geçen en masum sözcükleri yazmış kağıda. On yaşında olan ise beni ve eşimi iki zayıf (halbuki pek zayıf değiliz) komik görünüşlü insanlar olarak çizmiş. “Onları çok özledim, tekrar görebilmeyi çok istiyorum” yazmış. Ben onlar hakkında yazdıklarımı okuyunca, güzel mavi gözleri doldu ikisinin de. Onlarla tanışalı bir yıldan biraz fazla zaman geçti. Birlikte yapboz yaptık, dans ettik, tabletlerinde oynadıkları oyunları oynadık. Hatta onlara birkaç tane Türkçe kelime öğrettim. Bazen aradığımda söylüyorlar bana. Nasıl mutlu oluyorum. Her defasında yanlarından ayrılıp evimize dönerken kocaman kalpli kızlar ağlıyor ve benim de içimi bir hüzün kaplıyor. Nasıl güzel bir duygu ki onların kalplerine girebilmek. Onlarla, onların dilinden konuşabilmek. Dokuz yaşında olan dünyalar güzeli yeğenimle ise okul kitabından haftada birkaç defa İngilizce çalışıyoruz. Ve şimdiden güzel sonuçlar alıyorum. İlk başladığımız zamanlar, yabancı dili öğrenmek için çok fazla çaba sarfetmemişti ki, ben de Türkiye’de yaşadığım zamanlar hiç önemsememiştim. Ona ikimiz de bu işe zaman harcıyoruz dersine odaklanmaz isen bu konuda konuşmamızın, çalışmamızın anlamı olmadığını söyledim. Ve ertesi gün arayamadım kendi işlerimden dolayı. Fakat bir sonraki gün dersine çok çalıştığını bütün kelimeleri ben söylemeden hızlıca söylediğini gördüm. Amacım onu korkutmak yada çalışmazsan aramam demek değildi. Tabii ki arayacağım canım o benim. Ama başarılı olması için dersine çalışması gerektiğini bilen dünyalar güzelim, derslerin hepsini adetâ su gibi içmişti. Öğrenmenin ve takdir edilmenin verdiği o küçük heyecanla atan kalbini, milyonlarca kilometre uzaklıktan hissedebiliyordum. Yakında iki yaşına girecek olan ise tam bir tatlı bela. Her aradığımda bir şeyler yiyor. Ekmek, meyve, pasta… Aklına ne gelirse. Her defasında“bana da verir misin halacim“ diyorum. Telefondan bana uzatıyor, o küçük tombik elleriyle. O an sımsıkı sarılıp öpesim geliyor onu ve güzel minik parmaklarını. Bebek kokusunu içime çekmek istiyorum. Ah en küçüğünün ise resimlerine bakmaya doyamıyorum artik ses duyduğunda gülümsemeye başladı bile.

   Abim hep der “Bize öğretmediler yada göstermediler sevgi ne diye.” Bana kalırsa birinin sana öğretmesi gerekmiyor sevginizi göstermeniz gerektiğini. Düşünüyorum da onlar yanımda olsa, içimde onlar için beslediğim sevgimi en güzel şekilde gösterir ve defalarca söylerdim. Telefondayken bile söylediğimde onların masum kalplerine girebildiğim, orada küçük bir yerim olduğu hissiyle, daha huzurlu giriyorum yatağıma. Ama benim en büyük engelim mesafeler. Peki ya sizin? 

3 Nisan 2020 Cuma

BARDA TANISMA

  Türkiye’de olsam barda tanıdığım biriyle uzun süren bir bağım olacağına asla inanmazdım. Hep inanırdım ki, bardaki insanlar kötü niyetli. Belki hala buna inananlar var. Bazı insanlar kötü evet ama benim tanıştıklarım hep farklıydı. 

  Yaklaşık dört yıldır yaşadığım Amerika’da gittiğim bir Türk barında, yüzünden kocaman gülümseme bir kızla tanıştım. Adı Sevgi. Yeni arkadaşlık sistemi olan sosyal medyada birbirimizi takip etmeye başladık. Sayfasına baktığımda, her fotoğrafında kocaman gülümsemeleri olan, hafif çekik gözlü, dünyalar tatlısı, uzun koyu renkli güzel saçları olan biriydi ona karşı ilk düşüncelerim. Üzerinden aylar, hatta yıllar geçti birbirimizin gönderilerini beğenen normal bir instagram arkadaşı olmuştuk. Dilini konuşmakta zorlandığım bir ülkede barda tanıştığım enerji dolu Sevgi’nin paylaşımlarının, belli bir süre arkadaşlıktan sonra bana da, başka bir enerji verdiğini farketmiştim. Geçtiğimiz Eylül sonu alelacele yaptığımız nikahımızı aile ve dostlarımız arasında kutlamaya karar verdik. Benim burada hiç kimsem olmadığından, tanıdığım tüm Türk arkadaşlarımı çağırmıştım. Tabii ki Sevgi’yi de. Kimse gelemedi çünkü, herkes yoğundu. O yüzden gelememelerini anlayabiliyordum. Mâlum virüsten dolayı evlere kapandığımız günlerin birinde, Sevgi bir gün karşılıklı şarap içelim dedi. Önce şaşırdım. Yakın arkadaş değildik ki sonuçta. Evet resimlerden, videolardan gördüğüm kadarıyla tatlı bir kız ama görüntülü  ne konuşabiliriz diye düşündüm. Eşime bu akşam bir arkadaş ile konuşacağım dedim. Kim diye sordu, sadece adını söyleyebildim. Başka bir şey bilmiyorum ki, onun hakkında. Aslında, eşimle de barda tanıştım o yüzdendir belki, o benim arkadaşlıklarıma saygı duyar ve yadırgamaz. Galiba Amerika’daki ilişkiler böyle. Çünkü ben bir kaç tane daha güzel arkadaşlıklar kurmuştum bu şekilde. Sevgi ile, dolu dolu yaklaşık bir saat sohbet ettik. Öyle ki, sanki evimize gerçekten oturmaya gelmiş gibiydi. Bu ayın sonunda iki yaşına girecek olan yeğenim var. Bazen konuşma sonrasında telefonu kapatırken öptüm derim, Ümran Belis de tutar telefonu öper, beni öptüğünü düşünerek. Sevgi ile görüşmemizi sonlandırırken onun da aynısını yaptığını farkettim. Hiç yanyana gelmemiş olmamıza rağmen, masumiyet dolu bir kalp daha görmüştüm karşımda, gülümseyen gözleriyle ekranı öpüp hoşçakal dediğinde... İki gün önce telefondan gönderdiği pozitif enerjiyi hâlâ evimde hissedebiliyorum. 

 Sevgi ve bir çok güzel kalpli arkadaşlarımla barda yada sosyal medya ortamında tanıştım. Ve yıllarca aklımda kurduğum barda yada başka ortamlarda tanıştığım insanlar kötü, düşüncesini onların güzel kalplerini hissettiğim anda bıraktım. Çocukken annem “Allah seni hep iyilerle karşılaştırsın.” diye dua ederdi. Tabii çocukken ne demek istediğini anlayamıyordum. Şimdi anlıyorum ne dediğini ve bende aynı duayı ediyorum. 

1 Nisan 2020 Çarşamba

HOSGELDI NISAN

Desem ki vakitlerden bir nisan akşamıdır, rüzgârların en ferahlatıcısı senden esiyor,
Sende seyrediyorum denizlerin en mavisini, ormanların en kuytusunu sende gezmekteyim,
Senden kopardım çiçeklerin en solmazını, toprakların en bereketlisini 
Sende sürdüm, sende tattım yemişlerin cümlesini. 
                                                                     ( Cahit Sıtkı Tarancı

  En sevdiğim şair ve yazarın sözleriyle başlıyorum. İçime işliyor bu sözleri her okuduğumda. Hele nisan en sevdiğim aylardan biri. Mart gibi uzun ve acı dolu değil bir kere. Hasta olmadan ılık yağan yağmurlarla ıslanma ayıdır nisan. Sokağa çıkıp yağmur altında deli gibi dans etme ayıdır. Baharın gelmesiyle, aylarca kupkuru duran kahverengi ağaçların çiçek açması içimizi sıcacık yapar. Üşütmez. Bir tane ince ceketle evden çıkabileceğiniz aydır. Kızların rengarenk ojeler sürdüğü, elbiseler giydiği aydır. Sıcacık hatta, bazi şehirlerde nemli yaz günlerinin yaklaştığına işarettir. Annelerimizin bize zorla yaptırdığı temizlik ayıdır. Gerçi onlar her zaman temizlik yaparlar. Bahar yorgunluğu dediğimiz uzayan günlerin etkisiyle, üstümüze hep bir ağırlık çöktüğü aydir. Çok özlediğim can eriğinin, çağlanın, mis kokulu taze limonun verdiği tatla içimizi huzur dolduran aydır nisan.
  Evet zor günler geçiriyoruz. Evden cikamiyor, sosyalleşmiyor, nisan güneşini, yağmurlarını, yağmur sonrası çıkan o sevdiğimiz toprak kokusunu içimize çekemiyoruz. Ama geçecek bu kötü günler. Biraz sabırlı olmakla geçecek eminim.  Ve sonra biz yine o çiçek dolu ağaçları usanmadan izleyecek içimizdeki özlemi dindireceğiz. 

29 Mart 2020 Pazar

BEYAZ SARAY AŞKI


   Hepimiz evdeyiz. Bir elimizde telefon, kulağımız haberlerde. Her şeyin sona erdiği günü sabırla bekliyoruz. 
  
  Siyaset işleri bana göre değil. Açıkçası bilgisi olmayan insanların da siyasi olaylar konuşmasından, aile içinde yada arkadaş ortamında tartışma çıkarılmasından hoşlanmıyorum. Biliyoruz ki bu durum çok yaşanıyor. Eşim avukat olduğundan galiba, evde hep bir haber kanalı dinleniyor. Eskiden annem babama kızardı “Çevir şu kanalı benim dizi başladı” diye. Düşündükçe daha iyi anlıyorum ki haberleri dinlemek gerekli. Tabii tarafsız haber kanalını bulabilmek de büyük meşakkat. İnanın bana burada da öyle. Başkanın tarafında olanlar ve ona karşı olanlar. Mesela birkaç gün önce haberlerde ABD Başkanı akvaryum temizlemesi için kullanılan bir kimyasalın Korona virüsünü durduracak bir ilaç olabileceği ile ilgili çalışmalar yaptıklarını açıkladı. Ama testlerin hâlâ sürdürüldüğünü herhangi bir sonuca ulaşılamadığını söyledi. Dün akşam bir habere rastladım Arizona’da yaşayan bir aile akvaryum temizleme ilacının Korona virüsünü sonlandırdığı gerekçesiyle karı-koca  bu ilaci içiyor. Ne hikmetse kadın ölmüyor, ama kocası ölüyor. Kadınsa bununla ilgili haberlere çıkıyor ve “Trump'ı dinledik akvaryum temizleyici ilacı içtik ama eşim öldü” diyor. Ve sorumlusu olarak ABD Başkanını gösteriyor. Aklıma ilk gelen bu cahilce eylem Amerikan Başkanını beni öldürdü diye suçlamak amaçlı yapılmış yada kadın, kocasını öldürmüş bu kadar basit bir konu. Ama Donald Trump’ın açıklamalarının hiçbirinde böyle bir antivirüsün kanıtlandığından bahsedilmediği halde neden bu aile kendilerine böyle bir şey yapmış olabilir ki?  Kim bilebilir ki neden. Yanyana gelme ihtimalin çok düşük bir adamı sadece suçlamak için kendini öldürmek… Akıl alır gibi değil. Demek istediğim neden birilerinin yandaşı oluyoruz. Hadi olduk neden bu kadar çok bağlanıyoruz bu tanımadığımız insanlara. Hatırlar mısınız yıllar önce birileri ekranlara çıkıp Cumhurbaşkanımızın kölesi olurum diye konuşanları. Düşünmemiz, çözmemiz  gereken daha önemli olaylar varken. Neden devlet büyüklerinin kölesi olmayı cazip görüyoruz.
 Her insanın hayatı önemli değil mi? Benimki önemli. Maalesef şu an dünyada birçok insan ölüyor çözümünü bulamadığımız virüs yüzünden. Fakat günlerdir siyaset yapmaktan,  kavga etmekten kimse bir sonuca ulaşamıyor. Sağlık çalışanları, çalışabilmek için kullanmaları gereken maskeyi tedarik edemiyor. Ama tek derdimiz ABD Başkanlık seçimleri. Ve yeni Başkanlık için aday olan 77 yaşındaki bencil düşünce hâlâ ekrana çıkıp, Arizona’da ki ölümün sorumlusundan bahsediyor. Onlar da mı hata sizce?  Yoksa onların, böyle milyonların öldüğü salgında fütursuzca davranmasına izin veren bizlerde mi? 

 Bazen Beyaz Saray’da bir süreliğine yönetici olmak ve  iyi okullarda  okumuş ama gelişememiş insanları susturmak, insanlık için, doğa için, hayvanlar için ne yapabiliriz diye konuşmalar yapmak istiyorum. Ama hayatın bu kadar tozpembe olmadığını düşünüp susuyorum. 

27 Mart 2020 Cuma

KARANTİNA GÜNLÜKLERİ

        Galiba en çok ben tadını çıkarıyorum şu kötü zamanların. Eşim avukat benim. Şimdi diyeceksiniz ki hep de kocandan bahsediyorsun. Günlerdir bir tek onu kanlı canlı görüyorum ne yapayım. Açıkcası çok da memnunum bu durumdan. 

        Uzun süredir aynı şirkette çalışan bir avukat kendisi. Aman! Avukatlık işiniz olduğunda bana sormayın. Çünkü… Amerika’daki avukatlar Türkiye’deki gibi her bölümü bilmiyor. Neyse onu da detaylı anlatırım bir gün. Hepimiz hayatımızı devam ettirme çabasındayız, o da öyle haliyle.  Bir de başına ben çıktım, aman şükür iyi ki hayatımda. 1 yılı doldurduk evliliğimizde ve onu hafta içi  hiç göremedim desem inanır mısınız? Ailesini ziyarete gittiğimizde ayrı tabii... Ama aynı evde onu özlediğim zamanlar çok oluyordu. Öyle ki yan yana geldiğimizde ben makineli tüfek gibi tüm günün özetini geçiyorum o ise sessizce arada yorumlar katarak beni dinliyor. Kendini gerçekten işine adamış biri o, ben artık öyle değilim. Gerçekten çok değişmişim şöyle geçmişe bakıyorum da. Başkasına ait bir işyerini  kendi şirketimmiş gibi görmeler falan banane yahu. O iş olmazsa başka bir iş olur. (Restaurantta çalışıyorum ben diğer meslekleri tenzih ederim). Belki bunu şimdi sevmediğim bir işte ihtiyaçlarımı karşılamak için çalıştığımdan dolayı rahat söylüyor olabilirim. Ama dünyada sizden önemli kimse olmadığını söylemeye çalışıyorum. Benim eşim bunu söyleyemediği için çocuklarını hafta sonu görebilen ebeveyn gibiydim. Ama şimdi evden çalışıyor, ne zormuş mesleği. Ben benim işim çok zor derdim hep, değişik insanlarla uğraşmak hatta İngilizce uğraşmak daha zor derdim kendimce tabi… Başka yaşamları görmeden bilemiyorsun. Her geçen gün yeni bir şeyler öğreniriz ya, bende şunu öğrendim. Dünya bir tek senin etrafında dönmüyor, bir tek sen zorluk çekmiyorsun. İçinde bulunduğun her duruma teşekkür et. Belki bu yüzden, hayatta başına gelen her şeyin bi sebebi olduğuna inananlardanım. 

       Korona virüsünün özgürlüğünü kısıtladığı bu dönemde güçlü kalmak zor biliyorum. Ama bunu yaşayan insan bir  tek sen değilsin. Tüm dünya bu acıyla savaşıyor. Şikayet etme bu durumdan faydalan kendini tanıma yolculukları yap. Eminim ilgini çekecek bir dünya bulacaksın kendine. 

25 Mart 2020 Çarşamba

EVDE OLMAKTAN SIKILMADIM

 Corona virüsü yüzünden çalışmıyorum. Zaten çok da severek yaptığım bir iş değil. Evde kendimce kurslar alıyorum, kitap okuyorum ve hatta yoga yapıyorum. Umarım siz de kendinize yarar sağlayacak kaliteli bir karantina geçiriyorsunuzdur. Saçma sapan diziler izleyerek güzel vaktinizi ziyan etmiyorsunuzdur.

    Eşimin kuzeni hemşire, hani bahsetmiştim ya eşimin ailesi Seattle’da yaşıyor, Amerika’da virüs vakalarının çıktığı ilk eyaletlerden birisi diye. Eşimin kuzeni şimdi virüs salgını ve ölüm korkusuyla savaşanlara sağlık hizmeti vermeye çalışıyor. Aile grubunda benim için dua edin, artık kendi sağlığımdan bile endişeliyim diye yazmış. Günlerdir çalışıyor ve virüsü kapmış olma ihtimali yüksek olduğu için evine de gidemiyor. Onun yaşadıklarını düşündükçe üzülmemek elde degil. Bir de bu virüsle savaşanları düşünün. Tüm dünya büyük bir virüsün pençesinde, kimileri doğaya verdiğimiz zarar için bizim cezalandırıldığımızı düşünüyor. Aslında ben de inanmıyorum diyemem. Karma da bu değil mi zaten. Doğa ana evine sahip çıkmadığımız için kızgın. Belki bu yüzden giderek artan bir tehlike ile karşı karşıyayız. Hatta bununla ilgili çok paylaşımlar gördüm hayvanlar insanlardan intikam alıyor diye. Evet, ona da inanıyorum doğrusu. Hayvanlara ve birbirimize ettiğimiz zulümün bedelini ödüyor olabiliriz. O ya da bu, dışarıya çıkma özgürlüğümüzün kısıtlandığı bu dönemlerde siz de uzun süredir iş yoğunluğu bahanenizden dolayı konuşamadığımız insanları arayıp bol bol konuşabilirsiniz. 
Ben bu günlerimi bir dargın bir barışık olduğum bir türlü orta yolu bulamadığım abimin dünya tatlısı kızlarıyla konuşarak geçiriyorum. Hiç dokunmadığımız bir çocuğu ne kadar sevebilirsiniz ki. Önce kan bağı olduğundan çok sevdiğimi ve özlediğimi düşünmüştüm ama sonra yüzlerindeki masumiyeti, bana verdikleri huzuru düşününce sadece kendimi onlara yakın bulduğum onların dünyasına girebildiğim için çok özlediğim sonucuna vardım. 

Kız halaya benzer derler ya benim 3 tane kız yeğenim var. 1 numara tam bir hanım efendi, yaşına göre çok uslu ve saygılı. 2 numara tam bir kurtlu! (Öyle derlerdi ben küçükken hareketli çocuklara) bana çekmemiş belli. Ben öyle değilmişim, aksine çok sakinmişim. Öyle diyor bizimkiler. 3 numara ise 4. ayına girecek yakında, anca bezini dolduruyor boncuk gözleriyle etrafa bakarak.

Bu karantina günlerini onlarla konusarak ve onlardan aldığım enerjiyle yazarak geçiriyorum. Kendime yeni bir mutluluk kaynağı buldum. Onların verdikleri mutluluk ömürlere bedel. Ve ben şimdi anlıyorum, virüsten dolayı hastanelerde mahsur kalmış çalışanları, ölümü bekleyen insanları. Evet sevdiklerine yakın olamamak, dokunamamak çok can yakıcı. Ama onları arayıp sevdiğini söylemenin değeri paha biçilemez. Bu yüzden ben karantina yüzünden evde olmaktan sıkılmadım.

BANA BIRSEY OLMAZ


       Tüm dünyanın korkulu rüyası Corona virüsü malesef ki sonunda Türkiye’ye geldi. Güzel ülkem kolonya satılan heryeri talan etmekle meşgul şimdi . Neyse en azından kolonya talan ediyorsunuz burda tuvalet kağıdı için kavga edenler var yahu. 
        Virusun ilk bulaştığı ülkelerin birinde yaşıyorum Amerika. Eşimin ailesi de  Washington State –Seattle’ da yaşıyor Asyalıların daha yoğun olduğu bir eyalet. Bundan bir hafta önce once eşimin annesi bizim sağlık sistemimiz çok sağlam başka ülkelere benzemez demişti bana. Ülkesini çok seven sağlam bir Amerikalı canım benim. Ama malesef ki bir anda birçok eyalet bu virüsle savaşmaya ve insanlar ölmeye başladı. Bu yüzden çocuklar okula gitmiyor, insanlar işe gitmiyor. Aslında ben kendi adıma seviniyorum, zaten yoğun olduğumuz  günlük Amerika hayatında biraz birbirimize  zorunlu da olsa zaman ayırma şansımız oluyor.  Günden güne korkmaya başlıyorum açıkçası neden ki diyeceksiniz ,Ben 28 yaşında,sürekli sporunu yapan sağlıklı genç biriyim neden korkayım ki. Corona korksun benden. Türkiye’de olsaydım kesin bu mantıktaydım ,şuan bir cok insanın bu düşüncede olduğu gibi. Ama burada korkuyorum ailem için  . Dışarıya çıkıp virüsü kaparsam aileme bulaştırırım korkusuyla dışarıya çıkmıyorum. Camı tüm gün açık tutuyor,evi havalandırıyorum. Evet basit bir virusten korkuyorum. 
    Dün Türkiye haberlerinde üniversitelerin tatil olduğunu gördüm açıkcası cok sevindim Amerika’dan akıllı davranıp bu adımı bizden önce attıkları için. Ama bizim tüm  üniversite öğrencilerimiz otobüs duraklarına akın ettiler. Öncelikle sizi anlıyorum değerli zeka küpleri ,üniversite öğrencisi evini herkes hemen hemen tahmin ediyor ve ailenizle olmak  istiyorsunuz ama başkalarının sağlığını tehlikeye atmamalısınız. Çok basit bir olay anlatayım size, İstanbul’da öğrencisin ve Manisa’ya ailenin yanına gidiyorsun okul tatil oldu diye ,çünkü çok özledin aileni. Onlara İstanbul’dan getirdiğin virüsü bulaştırdın ve kıyamam yaşlı ninen hastalandı belki de öldü. Senin düşüncesizliğin yüzünden. 

          Haklısın ben  çok detaylı ve uç düşünüyorum , böyle bir durum belki binde bir görülecek olay, riske atmaktansa  neredeysen orda kal. Sana birşey olmaz  bi defa sen Türk’sün sağlamsın ama yaşlı ve kronik hastalığı olan  insanlar senin kadar sağlam değil düşüncesiz olma. Sana birsey olmaz,ama etrafındakilere birçok şey olabilir unutma.

TANRI HERKESI MUTLULUGU ANLAYABILECEK SEKILDE YARATTI

     Uzun süredir bazı dostlardan artık yazmayı bırakıp bırakmadığım konusunda mesajlar alıyorum. Hayır sadece zor günlerden geçiyorum. Fark...