10 Mayıs 2020 Pazar

SIRLAR DÜNYASI

    Sırlar Dünyası diye dizi vardı benim çocukluğumda hani şu kötülük yaparsan kötülük bulursun hikayeleri ile dolu olan. Hatırlar mısınız? Akşamları herkes, tüm gün bağ bahçede çalışmaktan bıkmış halde eve gelir, yorgunluğunu televizyonun karşısına geçip onu izleyerek atardı. Ders alırdı aklı sıra. 

    Babaannem çok izlerdi. Haliyle bende izlerdim onunla birlikte. Hangimiz ders aldık orası muallak tabii. Dini inançları kuvvetli bir ailede büyüdüm diyeceğim yalan olacak. Babam böyle bir ailede büyümüş olmasına rağmen, biz hiç bu duyguları öğrenmedik kendisinden. Biraz dağıtmıştı kendini. Hiç suçlamıyorum da, kendini tanımadan evlenmiş, iki de çocuğu olmuş. Bir de başka şehre yerleşmiş, o dağıtmasın da kim dağıtsın değil mi? Nüfusu kalabalık bir baba tarafım var ve hiçbiri ile bağım yok. Kendimi tanımaya çalıştığım dönemde, birkaç kötü niyetlinin çıkarttığı, yalan haberlerle sonuçlanan ve haksız yere suçladığım bir çağım oldu. Geçen gün eski bir arkadaşım gitmeseydin keşke o kadar uzaklara dedi bana. Nasıl kalabilirdim ki… Büyük ve kendince adı bilinir, dini duyguları güçlü bir ailenin torunuydum. Ama bir defadan fazla Hacca giden, oralarda dinimizi daha derinden öğrenen değerli büyüklerim, bana bir kere bile sarılmayı ve beni koşulsuz sevmeyi öğrenememişti. Aforoz etmişlerdi yahu, türban giymiyorum diye. Nerde o torununa, yeğenine aşık sevgiden içine sokacak gibi olan insanlar,  nerde benim çocukluğumdakiler. Köpeğin yavrusu, bile sevildiği yere gider değil mi? Ben sevilmemiştim, aşık olduğum babamın annesi ve kardeşleri tarafından. Çocuklarınızı sevmezseniz bulduğu ilk fırsatta size sırtını döner. Tecrübe konuşuyor diyebilirim bu konuda. Bana şimdi sorduklarında babam tarafından hiç kimseyi tanımıyorum diyorum ve hep böyle diyeceğim. Kendimi çok suçlamıştım ve sorgulamıştım. Beni sevsinler diye istedikleri gibi olmayı kabul etmiştim ki… Ne yaparsam yapayım kalpleri taş bağlamıştı, değişmezlerdi. İlk zamanlar, eğitimsiz olmanın verdiği bilgisizlik diye adlandırmıştım bu sevgisizliği. Ama teyzemler de eğitim görmemişlerdi. Fakat, her yanlarına gittiğimde koyun kokularıyla, sımsıkı sarılırlardı bana. Kemiklerimde hissederdim bana olan sevgilerini. 

    Neydi,  okulda bize öğretilen iyi bir dindar olmanın şartları… “Yaradılanı sev, Yaradan' dan ötürü."  Ne demekti ? Öylesine mi öğrenmiştim ben o bilgileri. Hani… Sırlar Dünyası’nı izleyip, nerede kullandınız o öğrendiklerinizi…

2 Mayıs 2020 Cumartesi

MAYIS'TA DOĞUM GÜNÜ

İşte en sevdiğim aylardan birindeyiz… Mayıs. Amerika’nın en gözde şehirlerinden birinde yaşıyor olmam, Manisa’ya yaklaşık araba ile altı saatlik bir yolculuğun sonunda, en son nüfus sayımında 1000 kişiye yakın insanın yaşadığı küçük bir köyde doğmuş olmamı asla değiştirmeyecek. Hani geceleri yatmadan konuşursunuz ya eşinizle, biz hep benim köy yaşantımı konuşuruz uyumadan önce. Onun hiç bilmediği hayatı. 

  Kimliğimde 11 Haziran diye geçen ve babaannemin ısrarla bu tarihte doğduğumu direttiği, annemin 25 Mayıs Cuma günü ( bu arada 25 Mayıs 1991 Cumartesi gününe denk geliyor. ) tam da cuma  namazı vaktinde, diye anlattığı, aslında doğum günü bile karışık bilinen, şaşkın bir ailenin ikinci çocuğu olarak dünyaya gözlerimi açtım. Evde doğurmuş annem beni o yüzden çocukluğuma ait tek bir fotoğraf yok. Hiç önemli hastalığım olmadığı için şehre gitme gereği duymamış, haliyle resim çekme özentileri de olmamış içinde kimsenin. Annem hala söyler bazen, ben senin doğmanı hiç istemedim diye. Belki o yüzdendir bu fotoğraf olmaması ve doğum tarihimi bilmiyor olmaları. O dönemin genç, sarışın, yeşil gözlü, uzunca boylu, yakışıklı  babamın gençlik ateşi, yeni köyler keşfetme ve para kazanma hırsı ile başka bir köye taşınmışız ben tam 2,5 yaşındayken. Aslında tam köyde değil. Bizim oralarda, Almancı dedikleri, (Almanya’dan emekli olmuş bir aile) ve en yakın köye iki kilometre uzaklıkta olduğu bir  tavuk çiftliğinde iş bularak beni ve tüm aileyi yeni bir serüvene sürüklemiş. Çünkü tavuk gübresi bilinen en kötü kokudur. O yüzden hep köy dışına yada köy girişime yapılırmış. O yüzdendir ki başka bir köye taşınmışız diyemedim. 
Köye bayram ziyaretlerine gidilirdi bizim oralarda, hani şimdi yazlık yerlere gidilen bayram günleri. Biz de babamın işi yüzünden gidemez olmuştuk her bayram. Annemin de işine gelirdi aslında, kocasının bi türlü sağlam bir bağ kuramadığı ailesini görmektense,  çalışmak işine geliyordu. Annem ve babam tavuk çiftliği ile uğraşırken bende Almancıların torunları ile oynayarak günlerimi geçirirdim. Çünkü abim sevmezdi benimle oynamayı. Ben hep bebeklerime annemin en sevdiği kumaşları yırtıp elbise dikmekle uğraşırdım. O ise bisiklete binmeyi öğrenmeye çalışır, arkadaşları ile maç yapar, bağa bahçeye giderdi. Almancıların iki torunu vardı. Benim en çok sevdiğim Mustafa’ydı. Benden bir yaş küçük sıska tatlı bir çocuktu. Daha güzel oyun oynardık birlikte. Upuzun, beli geniş ve etrafı kum dolu bir ceviz ağacı vardı  Almancıların villasının önünde. Hatta, o ceviz ağacı yaz aylarında bize klima görevi yapardı. Onun altına oturup ceviz ağacı yaprakları içine kum koyup sarma sarardık Mustafa ile birlikte. Şehirde yaşıyordu onlar. Ya hafta sonu gelirlerdi yada okul tatillerinde çiftliğe. Onların gelişi ile benim ve abimin ayrı ayrı oynayışları son bulurdu. Toplam dört kişi geceleri koca villanın etrafında saklambaç oynardık. Hele yaz günlerinde daha güzel olurdu yalın ayak oynaması.  Hala gözümün önüne geliyor sarışın, sıska çocukluğum ve yalın ayak etrafta saklambaç oynadığım günler. 

Galiba hiç büyüyemeceğim ben, kaç yaşına geldim, evlendim. Hala eşime yatmadan önce bu güzel günleri anlatıyorum. Ona masal gibi geliyor gece saklambaç oynamalarımız ve ayağımda terliksiz koşmalarım. Masal değil birebir yaşadım diyorum. Bana sımsıkı sarılıp iyi ki tanıdım seni diyor. 

TANRI HERKESI MUTLULUGU ANLAYABILECEK SEKILDE YARATTI

     Uzun süredir bazı dostlardan artık yazmayı bırakıp bırakmadığım konusunda mesajlar alıyorum. Hayır sadece zor günlerden geçiyorum. Fark...