25 Nisan 2020 Cumartesi

UZAKTA RAMAZAN

Nerde eski Ramazanlar diye dediğinizi hissederek yazıyorum bu yazımı. Zira benim evimde kimse demiyor bunu. Amerikalı biriyle evli olmanın dezavantajı mı desem bilemedim, onun bayramları olduğunda ben nasıl onun gibi neşe dolu olamıyorsam, haliyle o da benim bayramlarımı pek önemsemiyor. Ama seviyorum birbirimize ve kültürümüze olan saygımızı. Saygı değil mi ki zaten insanları birbirine  bağlayan.

Dini duyguları güçlü olduğu söylenen ailede büyümüş olmama rağmen, onlar gibi dinine bağlı biri olamadım. Belki bu yüzden hiç sevmedi beni,  ailenin dindar kesimi. Çok fazla önemsemiyorum  açıkcası. Belki birazda olaylara farklı baktığım içindir. Ama hep Ramazan’ın insanın içine bir huzur verdiğine inananlardanım. Şuan bu kültürden çok uzak olsam da. Evin küçüğü olduğunuzda her işi siz yaparsınız. Yani en azından bizim evde öyleydi. Ben de evin ikinci ve son çocuğu olmanın bir çok dezavantajını gördüm. Siyah beyaz televizyonumuzun kumanda görevi bendeydi mesela. Eğer annem sofrayı hazırlarken unuttuğu birşey olursa, onu getirme görevi de bendeydi. Çatısı olmayan beton bir evde yaşıyorduk o dönemler. Şimdi nasıl bir evde yaşıyor bizimkiler bilmiyorum. Yıllar oldu gitmeyeli. Tam merkezi bir yerde yaşamadığımız için iftar topunun atıldığını evden duymak mümkün değildi. Haliyle küçüğün görevi çıkıp dışarıda topun patlamasını, ezanın okunmasını beklemek ve bizimkilere haber vermekti. Diğer görevlerimi sinirlenerek yapsam da, evin çatısına çıkıp ezanın okunmasını beklerken, gün batımını  izleme keyfi bana aitti. Ama bir çok günler annemlere haber vermeyi unuturdum, haliyle benim yüzümden geç açarlardı oruçlarını. Çocuk aklı işte… Ne kadar büyük günahlar değil mi ama?  Çocuk olmanın en güzel yanı bu değil mi ki? Günahlarına rağmen birilerinin seni seviyor  olması… 

 Kendi ülkemde ve malesef ki ailemde bulamadığım mutluğu aramak için Amerika’dayım. Buradaki insanların da inançları olduğunu unutarak. Özlüyor musun diye çok soran oluyor, gurbette olunca. Ramazan ile ilgili en çok özlediğimde ailemin alacak gücü olmamasına rağmen, 30 günün sonunda bayramlık alınma ihtimali. Şimdi düşündükçe bile huzur doluyor içim. Ama hayalim, en azından önümüzdeki bayramların birinde Ramazan’ın gerçek ruhunu yaşamak ve canım sevdiğime öğretmek. 

21 Nisan 2020 Salı

MUALLAK

Çok korkuyorum aslında bu yeni dönemin insanlarından. Üzülüyorum, önce yönetimi suçluyorum, sonra diyorum insanın kendine ettiğini, kimse kimseye etmez. Öyle derler bizim Ege’de. Herşeye kolayca ulaştığımız bu yüzyılda, neden bilgiye ulaşmaya çalışmıyoruz sanki. Okunması gereken bir çok yazı varken, güzel kızların resimlerine bakmak veya videolarını izlemek… Yönetim falan suçlu değil. Küçükken çok duyardım “Her koyun kendi bacağından asılır.“ deyimini. Küçükken aklın beş karış havada oluyor anlamıyorsun büyüklerin ne dediklerini, ne demek istediklerini.

 Kendi işinde, gücünde bir ailede büyüdüm. Abim ve ben küçük yaşta başladık çalışmaya. Bugünler de çocukluk günlerimi çok  düşünüyorum. Neler gelmis başıma, eşimin dediği gibi şans eseri yaşıyorum dedirten bir çok anılar. 
Hani nerde o eski günler dediğimiz anlar var ya. Annem ve babam tavuk çiftliğinde çalışır, abim ise sanayide çalışırdı. Meslek öğrensin diye, yedi yaşında işe gitmeye başlamıştı. Benim çalışıp, para kazanma yaşım  daha gelmediği için beni de, otobüse bindirip köye gönderirlerdi. O zamanlar yaklaşık, dört saatlik yolculuktu. Beş yaşımda otobüse bindirilip giderdim tek başıma doğduğum küçük köyüme. Hani dedim ya, kazara yaşıyorum diye. Başıma birşey gelseydi, kim nerden bilebilirdi ki. Telefon yok, gideceğim yere ulaşıp ulaşmadığımdan emin olmaya çalışan aile yok. Düşündükçe beni hiç sevmemişler diyorum. Hep başından atma çabaları… Çok da iyi anlıyorum aslında, deli gibi çalışırken çocuk yetiştirmek birlikte yürümüyor. O yüzden bazı çocuklar ya saygısız yada bilgisiz oluyorlar ya. Bende öyleydim aslında bilgisiz. Zamanla kendimin bile inanamadığı şekilde değiştirdim kendimi. Bir kere içinizde varsa eğer, ailenizden gördüklerinizle şekillendirmiyorsunuz nasıl bir insan olacağınızı. En azından ben onlardan öğrendiklerimle şekillendirmedim. Kötülük yapan insanlar, ailelerinde kötülükler gördükleri için değil, iyi olmak istemedikleri için  iyi biri değiller. Hani köpek eniği bile sevgiyi hissettigi yere gider ya, bende köyde en fazla sevgi gördüğüm yere gittim hep. Anne tarafına gider, teyzemlere her türlü işte,  çocuk aklımla yardımcı olurdum. Başka bir sevgi vardı onlarda. Onların babalarını düşünüyorum da… Pek de örnek biri değildi rahmetli. Ama teyzemlerdeki o sevgi bambaşkaydı. Hayatım boyunca aklımda kalacak, sözlerle tarif edilemeyen bir sevgiydi. Onlar da tarla da çok yoğundu bağ bahçe işleri ile. Ama hep benimle ilgilenirlerdi, ailemin aksine. Bu yüzden diyorum ya, nasil biri olacağınız sizin elinizde, kimse size öğretmiyor. En azından bana öğretmediler, bir aile olmayi. 

Şimdi bana öğretilmeyeni yeğenlerime öğretmek derdindeyim. Bana bile gerek yok,  anneleri varken. Engellenemeyen korkular biriktiriyorum içimde yeni büyüyen nesile karşı. Bir gün biter mi bu korku, dönebilir miyiz eski günlere? Otobüse tek başına köye gitsin diye çocuklarımızı gönderebilir miyiz? İşte orası muallak… 

10 Nisan 2020 Cuma

BEŞ KÜÇÜK KIZ

   Küçük insancıklarla ikili iletişimim genelde güzel olmuştur. Kimin olmaz ki. Onların dünyasına girebilmek, yani çocukla çocuk olabilmek bence ruhunuzu tedavi etmenin en güzel yöntemi.

   Bir erkek bir kız kardeştik biz evde. Abim akıllı olan, ben ise akılsız, çılgın olanıydım. Hayatın verdiği sorumluluğu taşımakta zorlanan ailem bana susadığım sevgiyi tam anlamıyla vermemişti. Bu yüzden belki ben hep sevgiye açtım. Sevgi olsun da her şey çözülür diye düşünüyorum artık. Bana verilmeyen sevgiyi binlerce katıyla tekrar vermek de benim borcum diye düşünüyorum. Beş tane kız yeğenim var. Hepsinin yeri çok ayrı. Geçen gün Korona virüsünden dolayı eve kapandığınız şu dönemlerde kendimce yazdığımı öğrenen birisi on, biri yedi yaşında olan iki yeğenimle telefonda konuşurken, onlara birbirimiz hakkında küçük yazılar yazalım dedim. O gece ben heyecanla oturup yazdım. Ertesi gün yedi yaşında olan beni ve eşimi uzun bir binanın en üstündeki pencereden bakan, güneşin penceremize vurduğunu gösteren bir resim çizmiş ve benim hakkımda o küçük kalbinden geçen en masum sözcükleri yazmış kağıda. On yaşında olan ise beni ve eşimi iki zayıf (halbuki pek zayıf değiliz) komik görünüşlü insanlar olarak çizmiş. “Onları çok özledim, tekrar görebilmeyi çok istiyorum” yazmış. Ben onlar hakkında yazdıklarımı okuyunca, güzel mavi gözleri doldu ikisinin de. Onlarla tanışalı bir yıldan biraz fazla zaman geçti. Birlikte yapboz yaptık, dans ettik, tabletlerinde oynadıkları oyunları oynadık. Hatta onlara birkaç tane Türkçe kelime öğrettim. Bazen aradığımda söylüyorlar bana. Nasıl mutlu oluyorum. Her defasında yanlarından ayrılıp evimize dönerken kocaman kalpli kızlar ağlıyor ve benim de içimi bir hüzün kaplıyor. Nasıl güzel bir duygu ki onların kalplerine girebilmek. Onlarla, onların dilinden konuşabilmek. Dokuz yaşında olan dünyalar güzeli yeğenimle ise okul kitabından haftada birkaç defa İngilizce çalışıyoruz. Ve şimdiden güzel sonuçlar alıyorum. İlk başladığımız zamanlar, yabancı dili öğrenmek için çok fazla çaba sarfetmemişti ki, ben de Türkiye’de yaşadığım zamanlar hiç önemsememiştim. Ona ikimiz de bu işe zaman harcıyoruz dersine odaklanmaz isen bu konuda konuşmamızın, çalışmamızın anlamı olmadığını söyledim. Ve ertesi gün arayamadım kendi işlerimden dolayı. Fakat bir sonraki gün dersine çok çalıştığını bütün kelimeleri ben söylemeden hızlıca söylediğini gördüm. Amacım onu korkutmak yada çalışmazsan aramam demek değildi. Tabii ki arayacağım canım o benim. Ama başarılı olması için dersine çalışması gerektiğini bilen dünyalar güzelim, derslerin hepsini adetâ su gibi içmişti. Öğrenmenin ve takdir edilmenin verdiği o küçük heyecanla atan kalbini, milyonlarca kilometre uzaklıktan hissedebiliyordum. Yakında iki yaşına girecek olan ise tam bir tatlı bela. Her aradığımda bir şeyler yiyor. Ekmek, meyve, pasta… Aklına ne gelirse. Her defasında“bana da verir misin halacim“ diyorum. Telefondan bana uzatıyor, o küçük tombik elleriyle. O an sımsıkı sarılıp öpesim geliyor onu ve güzel minik parmaklarını. Bebek kokusunu içime çekmek istiyorum. Ah en küçüğünün ise resimlerine bakmaya doyamıyorum artik ses duyduğunda gülümsemeye başladı bile.

   Abim hep der “Bize öğretmediler yada göstermediler sevgi ne diye.” Bana kalırsa birinin sana öğretmesi gerekmiyor sevginizi göstermeniz gerektiğini. Düşünüyorum da onlar yanımda olsa, içimde onlar için beslediğim sevgimi en güzel şekilde gösterir ve defalarca söylerdim. Telefondayken bile söylediğimde onların masum kalplerine girebildiğim, orada küçük bir yerim olduğu hissiyle, daha huzurlu giriyorum yatağıma. Ama benim en büyük engelim mesafeler. Peki ya sizin? 

3 Nisan 2020 Cuma

BARDA TANISMA

  Türkiye’de olsam barda tanıdığım biriyle uzun süren bir bağım olacağına asla inanmazdım. Hep inanırdım ki, bardaki insanlar kötü niyetli. Belki hala buna inananlar var. Bazı insanlar kötü evet ama benim tanıştıklarım hep farklıydı. 

  Yaklaşık dört yıldır yaşadığım Amerika’da gittiğim bir Türk barında, yüzünden kocaman gülümseme bir kızla tanıştım. Adı Sevgi. Yeni arkadaşlık sistemi olan sosyal medyada birbirimizi takip etmeye başladık. Sayfasına baktığımda, her fotoğrafında kocaman gülümsemeleri olan, hafif çekik gözlü, dünyalar tatlısı, uzun koyu renkli güzel saçları olan biriydi ona karşı ilk düşüncelerim. Üzerinden aylar, hatta yıllar geçti birbirimizin gönderilerini beğenen normal bir instagram arkadaşı olmuştuk. Dilini konuşmakta zorlandığım bir ülkede barda tanıştığım enerji dolu Sevgi’nin paylaşımlarının, belli bir süre arkadaşlıktan sonra bana da, başka bir enerji verdiğini farketmiştim. Geçtiğimiz Eylül sonu alelacele yaptığımız nikahımızı aile ve dostlarımız arasında kutlamaya karar verdik. Benim burada hiç kimsem olmadığından, tanıdığım tüm Türk arkadaşlarımı çağırmıştım. Tabii ki Sevgi’yi de. Kimse gelemedi çünkü, herkes yoğundu. O yüzden gelememelerini anlayabiliyordum. Mâlum virüsten dolayı evlere kapandığımız günlerin birinde, Sevgi bir gün karşılıklı şarap içelim dedi. Önce şaşırdım. Yakın arkadaş değildik ki sonuçta. Evet resimlerden, videolardan gördüğüm kadarıyla tatlı bir kız ama görüntülü  ne konuşabiliriz diye düşündüm. Eşime bu akşam bir arkadaş ile konuşacağım dedim. Kim diye sordu, sadece adını söyleyebildim. Başka bir şey bilmiyorum ki, onun hakkında. Aslında, eşimle de barda tanıştım o yüzdendir belki, o benim arkadaşlıklarıma saygı duyar ve yadırgamaz. Galiba Amerika’daki ilişkiler böyle. Çünkü ben bir kaç tane daha güzel arkadaşlıklar kurmuştum bu şekilde. Sevgi ile, dolu dolu yaklaşık bir saat sohbet ettik. Öyle ki, sanki evimize gerçekten oturmaya gelmiş gibiydi. Bu ayın sonunda iki yaşına girecek olan yeğenim var. Bazen konuşma sonrasında telefonu kapatırken öptüm derim, Ümran Belis de tutar telefonu öper, beni öptüğünü düşünerek. Sevgi ile görüşmemizi sonlandırırken onun da aynısını yaptığını farkettim. Hiç yanyana gelmemiş olmamıza rağmen, masumiyet dolu bir kalp daha görmüştüm karşımda, gülümseyen gözleriyle ekranı öpüp hoşçakal dediğinde... İki gün önce telefondan gönderdiği pozitif enerjiyi hâlâ evimde hissedebiliyorum. 

 Sevgi ve bir çok güzel kalpli arkadaşlarımla barda yada sosyal medya ortamında tanıştım. Ve yıllarca aklımda kurduğum barda yada başka ortamlarda tanıştığım insanlar kötü, düşüncesini onların güzel kalplerini hissettiğim anda bıraktım. Çocukken annem “Allah seni hep iyilerle karşılaştırsın.” diye dua ederdi. Tabii çocukken ne demek istediğini anlayamıyordum. Şimdi anlıyorum ne dediğini ve bende aynı duayı ediyorum. 

1 Nisan 2020 Çarşamba

HOSGELDI NISAN

Desem ki vakitlerden bir nisan akşamıdır, rüzgârların en ferahlatıcısı senden esiyor,
Sende seyrediyorum denizlerin en mavisini, ormanların en kuytusunu sende gezmekteyim,
Senden kopardım çiçeklerin en solmazını, toprakların en bereketlisini 
Sende sürdüm, sende tattım yemişlerin cümlesini. 
                                                                     ( Cahit Sıtkı Tarancı

  En sevdiğim şair ve yazarın sözleriyle başlıyorum. İçime işliyor bu sözleri her okuduğumda. Hele nisan en sevdiğim aylardan biri. Mart gibi uzun ve acı dolu değil bir kere. Hasta olmadan ılık yağan yağmurlarla ıslanma ayıdır nisan. Sokağa çıkıp yağmur altında deli gibi dans etme ayıdır. Baharın gelmesiyle, aylarca kupkuru duran kahverengi ağaçların çiçek açması içimizi sıcacık yapar. Üşütmez. Bir tane ince ceketle evden çıkabileceğiniz aydır. Kızların rengarenk ojeler sürdüğü, elbiseler giydiği aydır. Sıcacık hatta, bazi şehirlerde nemli yaz günlerinin yaklaştığına işarettir. Annelerimizin bize zorla yaptırdığı temizlik ayıdır. Gerçi onlar her zaman temizlik yaparlar. Bahar yorgunluğu dediğimiz uzayan günlerin etkisiyle, üstümüze hep bir ağırlık çöktüğü aydir. Çok özlediğim can eriğinin, çağlanın, mis kokulu taze limonun verdiği tatla içimizi huzur dolduran aydır nisan.
  Evet zor günler geçiriyoruz. Evden cikamiyor, sosyalleşmiyor, nisan güneşini, yağmurlarını, yağmur sonrası çıkan o sevdiğimiz toprak kokusunu içimize çekemiyoruz. Ama geçecek bu kötü günler. Biraz sabırlı olmakla geçecek eminim.  Ve sonra biz yine o çiçek dolu ağaçları usanmadan izleyecek içimizdeki özlemi dindireceğiz. 

TANRI HERKESI MUTLULUGU ANLAYABILECEK SEKILDE YARATTI

     Uzun süredir bazı dostlardan artık yazmayı bırakıp bırakmadığım konusunda mesajlar alıyorum. Hayır sadece zor günlerden geçiyorum. Fark...