Küçük insancıklarla ikili iletişimim genelde güzel olmuştur. Kimin olmaz ki. Onların dünyasına girebilmek, yani çocukla çocuk olabilmek bence ruhunuzu tedavi etmenin en güzel yöntemi.
Bir erkek bir kız kardeştik biz evde. Abim akıllı olan, ben ise akılsız, çılgın olanıydım. Hayatın verdiği sorumluluğu taşımakta zorlanan ailem bana susadığım sevgiyi tam anlamıyla vermemişti. Bu yüzden belki ben hep sevgiye açtım. Sevgi olsun da her şey çözülür diye düşünüyorum artık. Bana verilmeyen sevgiyi binlerce katıyla tekrar vermek de benim borcum diye düşünüyorum. Beş tane kız yeğenim var. Hepsinin yeri çok ayrı. Geçen gün Korona virüsünden dolayı eve kapandığınız şu dönemlerde kendimce yazdığımı öğrenen birisi on, biri yedi yaşında olan iki yeğenimle telefonda konuşurken, onlara birbirimiz hakkında küçük yazılar yazalım dedim. O gece ben heyecanla oturup yazdım. Ertesi gün yedi yaşında olan beni ve eşimi uzun bir binanın en üstündeki pencereden bakan, güneşin penceremize vurduğunu gösteren bir resim çizmiş ve benim hakkımda o küçük kalbinden geçen en masum sözcükleri yazmış kağıda. On yaşında olan ise beni ve eşimi iki zayıf (halbuki pek zayıf değiliz) komik görünüşlü insanlar olarak çizmiş. “Onları çok özledim, tekrar görebilmeyi çok istiyorum” yazmış. Ben onlar hakkında yazdıklarımı okuyunca, güzel mavi gözleri doldu ikisinin de. Onlarla tanışalı bir yıldan biraz fazla zaman geçti. Birlikte yapboz yaptık, dans ettik, tabletlerinde oynadıkları oyunları oynadık. Hatta onlara birkaç tane Türkçe kelime öğrettim. Bazen aradığımda söylüyorlar bana. Nasıl mutlu oluyorum. Her defasında yanlarından ayrılıp evimize dönerken kocaman kalpli kızlar ağlıyor ve benim de içimi bir hüzün kaplıyor. Nasıl güzel bir duygu ki onların kalplerine girebilmek. Onlarla, onların dilinden konuşabilmek. Dokuz yaşında olan dünyalar güzeli yeğenimle ise okul kitabından haftada birkaç defa İngilizce çalışıyoruz. Ve şimdiden güzel sonuçlar alıyorum. İlk başladığımız zamanlar, yabancı dili öğrenmek için çok fazla çaba sarfetmemişti ki, ben de Türkiye’de yaşadığım zamanlar hiç önemsememiştim. Ona ikimiz de bu işe zaman harcıyoruz dersine odaklanmaz isen bu konuda konuşmamızın, çalışmamızın anlamı olmadığını söyledim. Ve ertesi gün arayamadım kendi işlerimden dolayı. Fakat bir sonraki gün dersine çok çalıştığını bütün kelimeleri ben söylemeden hızlıca söylediğini gördüm. Amacım onu korkutmak yada çalışmazsan aramam demek değildi. Tabii ki arayacağım canım o benim. Ama başarılı olması için dersine çalışması gerektiğini bilen dünyalar güzelim, derslerin hepsini adetâ su gibi içmişti. Öğrenmenin ve takdir edilmenin verdiği o küçük heyecanla atan kalbini, milyonlarca kilometre uzaklıktan hissedebiliyordum. Yakında iki yaşına girecek olan ise tam bir tatlı bela. Her aradığımda bir şeyler yiyor. Ekmek, meyve, pasta… Aklına ne gelirse. Her defasında“bana da verir misin halacim“ diyorum. Telefondan bana uzatıyor, o küçük tombik elleriyle. O an sımsıkı sarılıp öpesim geliyor onu ve güzel minik parmaklarını. Bebek kokusunu içime çekmek istiyorum. Ah en küçüğünün ise resimlerine bakmaya doyamıyorum artik ses duyduğunda gülümsemeye başladı bile.
Abim hep der “Bize öğretmediler yada göstermediler sevgi ne diye.” Bana kalırsa birinin sana öğretmesi gerekmiyor sevginizi göstermeniz gerektiğini. Düşünüyorum da onlar yanımda olsa, içimde onlar için beslediğim sevgimi en güzel şekilde gösterir ve defalarca söylerdim. Telefondayken bile söylediğimde onların masum kalplerine girebildiğim, orada küçük bir yerim olduğu hissiyle, daha huzurlu giriyorum yatağıma. Ama benim en büyük engelim mesafeler. Peki ya sizin?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder