9 Ocak 2021 Cumartesi

ATSAN ATILMAZ, SATSAN SATILMAZ

    Uykunun bana erkenden gelip birkaç saat sonra geri gittiği bir geceden herkese merhaba! Bu defa eşimin, kız kardeşinin salonundaki küçük Japon balıklarının nefes aldığı o akvaryumun sesi de tuzu biberi oldu uykusuzluğuma. Sonunda geçen sene heyecanla başladığımız 2020’den kurtulduk. Eşimin kız kardeşinin evi dedim evet, tüm riskleri alıp gelmek zorunda kaldık. Bir yıldır biz evde onlar evde, her tatilde ailesinin yanına giden eşim eh haliyle sürekli aynı evde benle kalınca ailesini görme isteği ikiye katlandı. Bende çok özlemiştim zaten onları. Ne yalan söyliyeyim çok da mutluyum geldiğimiz için. 


    Evlenince değişen bir ben miyim gerçekten merak ediyorum? Sen de değiştin mi? Mesela ben herşeyi gerçekten şimdi daha iyi anlıyorum küçük bir aile kurunca. Beni değiştiren, daha doğrusu olgunlaştırdığını düşündüğüm bir durum aile kavramı... Kendilerine ailenin ne demek olduğu öğretilmeyen ebeveynle büyüdüm ben. Bana kalırsa aile olmak, evlenmeden önce herkese öğretilmeli ki sonra aile olunabilsin. Açıkçası çok da zordu ve onların bilmediği bir şeyi bana öğretmelerini beklemek de onlara yapılabilecek çok büyük bir haksızlıktı. Sahi neydi aile? Geniş bir aileye sahip olmama rağmen onlarla bağım olmaması gerçekten çok üzüyor beni aslında. Sahi neden bağ yok aramızda? Ben ki Hacı Uzunlar’ın defalarca hac görevini gerçekleştirmiş biricik oğullarının kızıydım. Ama hiç de biricik bir torun yada bir insan olarak sevilmedim onların gözünde. Dinimizde önce aile denmiyor mu? Gerçekten anlamıyorum ama suçladığım birçok insan var böyle birbirimize uzak olmamıza sebep olan, sırf bu soğukluktan dolayı hiçbir kuzen bağımın olmaması da haliyle kaçınılmaz. Tamam haklısın, düşünce yapım ve hayata bakış açım büyüdüğüm ortama göre aykırı bunu kabul ediyorum, ama önemli olan bu hayatta kimseyi kırmamış olmam değil mi? Neye göre karar veriyorsunuz birini ailenize alırken? Ben artık bu yüzden sevilmemeyi de kabul ediyorum, hem bu farklı düşünce yapıları degil midir ki aileyi bir arada tutan? Bazen diyorum ki eğer bir kaçı yanımda olsalardı, bana hakettiğim değeri verselerdi böyle kilometrelerce uzakta kendime hayat kurma çabasında olmazdım. Ama sonra iyi ki de yanımda olmamışlar diyorum. Yoksa nasıl tanışacaktım dünyanın en güzel kalpli insanı ile. Hatta belki de bu yüzden kültürümüzün çok başka ama saygımızın hiç eksilmediği bir aileye sahip oldum Allah’ın Amerika’sında. İşte onunla evlendikten sonra ne olursa olsun ailemi sevmeyi, onlara olan kızgınlığımı bir kenara bırakmayı öğrendim.. Benim gençken olduğu gibi ( hâlâ da gencim) onlarında çok hatası oldu, hatta bazen düşündüğümde affedilemez olduğunu hissettiğim hatalar. Ama biz insanoğlu işte… 


    Genelde cahildim derler ya bu hataları düzeltmeye çalışırken, artık ben hepsine inanıyor ve hep güzel şeyler düşünmek istiyorum. Çünkü benim vaktim yok beni muhafazakar ailem seviyor mu diye düşünmeye. Bu yüzden kendime dedim ve; sana da söylüyorum sende affetmelisin hayatından çıkaramayacağın insanların hatalarını. Hani var ya bazı insanlar atsan atılmaz, satsan satılmazlar grubundakiler... 

17 Kasım 2020 Salı

ŞÜKRAN GÜNÜ

    Malum Amerika karışık, herkes hep bunu söylüyor son günlerde sanki kendi ülkeleri karışık değilmiş gibi. Evet kötü olaylar yaşanıyor ama neden insanlar bu ülkeyi sevmeyip bu ülkeyi dilinden düşürmüyor anlamış değilim hala. Şu aralar gündem Şükran Günü kutlamaları ile alakalı. Ne düşünüyorum biliyor musunuz? Bence seçilenin ya da seçilmeyenin pek umrunda değil insanların hastalığa yakalanması, işsiz kalması. Neyse…

Koronaydı, Başkanlık seçimleriydi derken sonunda Amerika’da en güzel sezona ve benim de çok sevdiğim sezona geldik. Tatil Sezonu. Korona’dan önce ve sonra diye ayrılan ve kara bulutlarla dolu bu yılımızda her yıl Şükran gününü ailesi ile geçiren Michael’ın bu yıl  çok hüzünlü olduğunu hissediyorum. Ama ne yapalım önemli olan sevdiklerimizin ve herkesin sağlıklı olması diyoruz kendimizce. Gündemi en çok meşgul tutan haberse Şükran gününde 5 kişiden fazla kişiyle bir araya gelmeyin başlıkları ile dolu. Ee seçim kampanyasında herkes dip dibe tezahürat tutuyordu o gün niye binlerce kişi yanyana gelmesin demediler. Kendi ülkemde zaten nefret etmiştim ama burada daha çok soğudum siyasetten ve siyaset yaptığını sanan insanlardan. Neyse ki ne hikmetse tam da seçimin sonrası aşı da bulunduğuna göre biraz daha içten nefes alabiliriz değil mi?  Tüm yıl boyunca sevinemediğimiz o günler için bu yılki Şükran gününde biraz olsun seviniriz belki. Sanki köyde Şükran günümü vardı diye bir soru daha? Hayır yoktu, bayramlar vardı 10 aileden 9’nun her bayramı birbirine zehir eden aile fertleri ile dolu bayramlar. Ben mesela hatırlamıyorum hiç çok mutlu olduğum bayramları, bayramlıklarım alındığı gün dışında. Hep bir huzursuzluk olurdu, aile bireylerinden biri mutlaka o kalbindekileri kötülükleri dökerdi soframıza, umarım sizin güzel bayram anılarınız vardır.

 

    Son zamanlarda kiminle konuşsam mutsuz ve maalesef ki bir şekilde bu durum beni de etkilemeye başladı. Bir kere ben ikizler burcuyum mutsuz insanların derdine en fazla 5 dakika ortak olabilirim sonra dayanamam gülesim gelir. Bana kalırsa tam da bu yüzden hepimiz aslında bu yolu denemeliyiz. Şimdi diyeceksiniz ki senin tuzun kuru orada. Hayır aslında bende pek parlak koşullarda değilim. Bir kere bende işsizim ama bunu düşünüp bana verilmiş kısıtlı günlerimi heba etmekle geçirmemeye çalışıyorum. Siz de denesenize emin olun iyi gelecek. Yok mu hep böyle düşündüğünüzde mutlu olduğunuz anlar? Ben mesela bir gün yeğenlerime sımsıkı sarılacağım diye düşünürken, Seher’im ile karşılıklı rakı içeceğiz diye düşünürken, Canım Selin’imin çocuklarıma çok tatlı bir teyze olacağını düşünürken ve sevdiğim adamla yaşlanacağım günlerimi düşünürken bile çok mutlu oluyorum. Şükran gününde Amerikan ailem ile bir araya gelemesek de kalplerimiz birlikte kim sallar, baştaki yöneticilerin ne söylediğini. 

22 Ağustos 2020 Cumartesi

AĞAÇ DEĞİLİM

    Ben geldim, aylar oldu değil mi sizlerle düşüncelerimi paylaşmayalı? Hayır bırakmadım yazmayı, geçici bir heves değil çünkü benim için. Dilini, insanlarını bilmediğin bir ülkede yaşamanın zorluklarını düşündünüz mü hiç? Ben dört yılı aşkın burda olmama rağmen hala o zorlukları yaşıyor ve hala onlarla nasıl çok fazla yara almadan savaşırım diye düşünüyorum. 

  

   Evlenmeden önce Amerika’ya gelen her Türk gencinin yaptığı gibi bende Türk restaurantlarında çalıştım. Bu bir klasik olmuş artık burada, öğrenciysen ya da yasal bir konumun yoksa, en çok para kazanabileceğin yerlerdir. En güzel kısmı ise; Türk restaurantında çalışıp, Türkiye’nin birçok değişik şehrinden gelmiş ve değişik hikayeleri olan birçok insan ile tanışıyorsun. Yine uyuyamadığım bir gecedeyim. Central Park’a gitmiştim bugün galiba oranın temiz havası beni çok etkiledi ki, kitap okumama rağmen uykum gelmedi bi türlü. Neyse… En son çalıştığım Türk restaurantında o kadar çok güzel insanlar tanıdım ki; sanki özenle seçilmiş, ilginç ama kimseye zarar vermeyen aksine güzel kalpli kişiler girdi hayatıma. Tabii klasik gurbetçiler olarak bir mesajlaşma grubu kurup; birbirimizi özlediğimizi söylemeden, zenginliğimiz ve fakirliğimizi konuşmadan, dedikodu yapmadan da duramazdık. Türkiye’de aldığım lise diplomam bu ülkede geçmediği için, lise diploması alma sınavlarına hazırlanıyorum bu aralar. Yazmıyor olma sebebim bu aslında. HerneyseO konuşmalarından birinde canım, güzel kalpli bir arkadaşım bana evlendin, mesleği iyi bir kocan var ama yine de bu azmine hayranım dedi. Bunu sevdiğim birinden duymak çok güzel ve onurlandırdı beni. Aslında çok iyi de anlıyorum ve hak veriyorum onun neden bunu söylediğini. Bundan yaklaşık on yıl önceki ben olsaydım kesinlikle evlilikten sonraki tek düşüncem çocuk sahibi olmak olurdu. Okuduğunuz kitaplar, izlediğiniz filmler ya da bulunduğunuz yer öyle bir değiştiriyor ki bakış açınızı bazen o yıllarda ki kişiye dönüp baktığınızda çok aptal yanlışlar yapmışım diyorsunuz. Yani en azından ben diyorum. Eh insanız sonuçta tabii ki hatalarımız olacak. Değil mi ama? Aslında tam da bu yüzden di benim kendimce bişeyler yazmaya başlama sebebim. Olmaz bu benim kaderim deyip kendini mutsuzluğa iten güzel kalplere bi nebze kendimi tanıtmak. Hayatta hep örnek ararız ya, kendi kendinin örneği olmak galiba en zoru. 

 

   Manisa’nın o erkek egemen ilçesinde yaşadığım dönemde, sorsanız haritada gösteremediğim bir ülkede yaşıyor olmam, tatlı Egeli köy şivesi konuşurken yeni bir dil öğrenme çabalarım; bana göre kaderimi kendim belirlediğimin en güzel örneği. Aslında yaşadığın kaderi yeniden belirlemek, istediğin yöne çevirmek senin elinde. Bundan dört yıl önce başka bir ülkede yeni dil öğrenip, sırf düzgün bir geleceğin olsun diye 29 yaşından sonra lise diploması almak için oturup ders çalışacaksın deselerdi gerçekten çok gülerdim bunu söyleyenlere. Ama hayatını kendin yönlendirebiliyormuşsun. Seni aldatan, kandıran, sana işkence yapan insanların etrafında olmak zorunda değilmişsin.  Çok sevdiğim bir söz vardır. “Bulunduğun yer seni memnun etmiyorsa, yerini değiştir, ağaç değilsin.”

30 Haziran 2020 Salı

KIRMIZI KUTUDAKİ MUTLULUK

    Eskiden ne çok dinlenirdi radyolar. Ben hâlâ dinliyorum bazen, ama eskiden olduğu gibi değil tabii ki, gelişen çağın verdiği etki ile. Işıldak diye bir alet vardı bilir misiniz? 

Babamın, o ışıldak dediğimiz hem eve aydınlık veren hem de radyosu olan o meşhur küçük ev aleti. Sizde de var miydi? Babam dokunmamızı istemezdi hiç. 


    İnsanın hiç aklından silinmeyen günler vardır ya, bugün yine o günlerden birindeyim. Küçük yaşlarımda köye gönderildiğimden bahsetmiştim daha önceki yazılarımda. Seviyordum da aslında, annemler hep çalışıyordu, abimse kendi derdinde, büyüdükçe bir kardeşi olduğu gerçeğini kabul etmeyen biriydi. Hâlâ da kabul etmez, başkaları can kardeşidir onun için, bense herhangi birisi… Haliyle bende yalnız kalırdım oyuncak bebeklerimle küçük dünyamda. Köye gittiğimde ise daha eğlenceli geçerdi günlerim. Her gittiğimde bi kere teyzemler ağlatırdı beni, niye geldin yine diyerek. Ben de her şeye ağlayan biriydim, çabuk alınırdım söylediklerine. Buna rağmen teyzelerin yanında olmak bana huzur veriyordu, çünkü hissediyordum kötü niyetle söylemediklerini. Nasıl hissediyordun diyecek olursanız, insan sevilmediğini hissettiği yerde durmaz, hele küçük çocuk asla. Kendi evimdeki kaostan kurtulmanın sevinciydi belki bendeki. Manisa‘nın bir köyünde doğdum ben, oralarda yaygın olan tütün üretimi işiyle meşguldü dedemler. Ah, sabahın 02.00’da kalkar, zifiri karanlıkta gaz lambasının verdiği küçük ışıkla kırarlardı tütünleri. Değişik bir adamdı dedem, beni severdi çok iyi bilirdim ama çocuklarını o kadar sevdi mi işte o konudan emin değilim… Neyse Allah rahmet eylesin diyelim. Tütünü kırıp eve iğnelere dizmek için geldiğimizde, önce o meşhur  tarhana çorbasını yerdik, kurumuş ekmekleri içine doğrayıp, yanına da bahçeden toplanmış mis kokulu domatesleri ve soğanları, gelişi güzel doğrardı elleri güzel teyzem. Tadı hâlâ damağımda desem inanir mısınız? Tütün kırmanın başka bir güzel yanı ise, kırmızı anteni bozuk, eski bir kutudan gelen müzik sesleri ile özellikle teyzemlerin mutluluğu, başka bir dünyada yaşadıklarını hayal ettiği anlardı. Biliyordum bazen çok mutsuz olduklarını, isyan ettiklerini, görebiliyordum küçük gözlerimden. O küçük kırmızı kutudan gelen ses gerçekten mutlu ediyordu onları. Hep birilerinin isteklerini duyardık o kırmızı kutudan, en çok da kader mahkumlarının isteklerini yada mektuplarını sunucu uzun uzun okur, onların istediği şarkıları yayınlardı. Dünyalar tatlısı bir halam var. Her ne kadar akrabalarımı sevmediğimden bahsetmiş olsam da koca halam baska... Aslında annemin halası, o yüzden koca hala demeyi öğrettiler bana küçükken, hâlâ da öyle diyorum. Bazen adını söylediklerinde kim olduğunu çıkaramıyorum desem yeridir. Birçok zaman teyzemlerle koca halama giderdik ziyarete, köyde evinde sabit telefonu olan nadir insanlardan biriydi. Onun evine gittiğimizde ondan habersiz radyoda şarkı isteği yapardık. Hoş şimdi söylesek kızmazdı da, o zamanlar korkardık. Kalbi başka çünkü, diğer akrabalar gibi şeytanlığa çalışmaz onun aklı. Teyzem genelde Elazığ’da askerlik yapan abisine dinleyemeceğini bilse de, çok sevdiği Cengiz Kurtoğlu’ndan bir şarkı isterdi. Ben kapıda sessizce bekleyip, koca halam gelirse onu uyarma görevindeydim.


    Şarkı isteği yaptıktan sonra radyonun başında istek şarkımızı çalmalarını beklemekteydi sıra. Bazen beş, bazen yedi şarkı sonrasında çalar ama mutlaka çalarlardı, heyecanla beklediğimiz şarkımızı. Başka bir duyguydu o kırmızı küçük ve antensiz kutudan çalınacak şarkıyı beklemek. İstek yapanın adını, dedem yada tanıdıklardan biri duyacak korkusundan dolayı veremez, sessizce isteğin çalınmasına sevinirdik. Sanki o kırmızı kutuda birisi yaşıyordu benim için. Ne güzel günlerdi, ne güzel duygulardı korkarak da olsa, o şarkının bizim için çalındığını bilmek.


10 Mayıs 2020 Pazar

SIRLAR DÜNYASI

    Sırlar Dünyası diye dizi vardı benim çocukluğumda hani şu kötülük yaparsan kötülük bulursun hikayeleri ile dolu olan. Hatırlar mısınız? Akşamları herkes, tüm gün bağ bahçede çalışmaktan bıkmış halde eve gelir, yorgunluğunu televizyonun karşısına geçip onu izleyerek atardı. Ders alırdı aklı sıra. 

    Babaannem çok izlerdi. Haliyle bende izlerdim onunla birlikte. Hangimiz ders aldık orası muallak tabii. Dini inançları kuvvetli bir ailede büyüdüm diyeceğim yalan olacak. Babam böyle bir ailede büyümüş olmasına rağmen, biz hiç bu duyguları öğrenmedik kendisinden. Biraz dağıtmıştı kendini. Hiç suçlamıyorum da, kendini tanımadan evlenmiş, iki de çocuğu olmuş. Bir de başka şehre yerleşmiş, o dağıtmasın da kim dağıtsın değil mi? Nüfusu kalabalık bir baba tarafım var ve hiçbiri ile bağım yok. Kendimi tanımaya çalıştığım dönemde, birkaç kötü niyetlinin çıkarttığı, yalan haberlerle sonuçlanan ve haksız yere suçladığım bir çağım oldu. Geçen gün eski bir arkadaşım gitmeseydin keşke o kadar uzaklara dedi bana. Nasıl kalabilirdim ki… Büyük ve kendince adı bilinir, dini duyguları güçlü bir ailenin torunuydum. Ama bir defadan fazla Hacca giden, oralarda dinimizi daha derinden öğrenen değerli büyüklerim, bana bir kere bile sarılmayı ve beni koşulsuz sevmeyi öğrenememişti. Aforoz etmişlerdi yahu, türban giymiyorum diye. Nerde o torununa, yeğenine aşık sevgiden içine sokacak gibi olan insanlar,  nerde benim çocukluğumdakiler. Köpeğin yavrusu, bile sevildiği yere gider değil mi? Ben sevilmemiştim, aşık olduğum babamın annesi ve kardeşleri tarafından. Çocuklarınızı sevmezseniz bulduğu ilk fırsatta size sırtını döner. Tecrübe konuşuyor diyebilirim bu konuda. Bana şimdi sorduklarında babam tarafından hiç kimseyi tanımıyorum diyorum ve hep böyle diyeceğim. Kendimi çok suçlamıştım ve sorgulamıştım. Beni sevsinler diye istedikleri gibi olmayı kabul etmiştim ki… Ne yaparsam yapayım kalpleri taş bağlamıştı, değişmezlerdi. İlk zamanlar, eğitimsiz olmanın verdiği bilgisizlik diye adlandırmıştım bu sevgisizliği. Ama teyzemler de eğitim görmemişlerdi. Fakat, her yanlarına gittiğimde koyun kokularıyla, sımsıkı sarılırlardı bana. Kemiklerimde hissederdim bana olan sevgilerini. 

    Neydi,  okulda bize öğretilen iyi bir dindar olmanın şartları… “Yaradılanı sev, Yaradan' dan ötürü."  Ne demekti ? Öylesine mi öğrenmiştim ben o bilgileri. Hani… Sırlar Dünyası’nı izleyip, nerede kullandınız o öğrendiklerinizi…

2 Mayıs 2020 Cumartesi

MAYIS'TA DOĞUM GÜNÜ

İşte en sevdiğim aylardan birindeyiz… Mayıs. Amerika’nın en gözde şehirlerinden birinde yaşıyor olmam, Manisa’ya yaklaşık araba ile altı saatlik bir yolculuğun sonunda, en son nüfus sayımında 1000 kişiye yakın insanın yaşadığı küçük bir köyde doğmuş olmamı asla değiştirmeyecek. Hani geceleri yatmadan konuşursunuz ya eşinizle, biz hep benim köy yaşantımı konuşuruz uyumadan önce. Onun hiç bilmediği hayatı. 

  Kimliğimde 11 Haziran diye geçen ve babaannemin ısrarla bu tarihte doğduğumu direttiği, annemin 25 Mayıs Cuma günü ( bu arada 25 Mayıs 1991 Cumartesi gününe denk geliyor. ) tam da cuma  namazı vaktinde, diye anlattığı, aslında doğum günü bile karışık bilinen, şaşkın bir ailenin ikinci çocuğu olarak dünyaya gözlerimi açtım. Evde doğurmuş annem beni o yüzden çocukluğuma ait tek bir fotoğraf yok. Hiç önemli hastalığım olmadığı için şehre gitme gereği duymamış, haliyle resim çekme özentileri de olmamış içinde kimsenin. Annem hala söyler bazen, ben senin doğmanı hiç istemedim diye. Belki o yüzdendir bu fotoğraf olmaması ve doğum tarihimi bilmiyor olmaları. O dönemin genç, sarışın, yeşil gözlü, uzunca boylu, yakışıklı  babamın gençlik ateşi, yeni köyler keşfetme ve para kazanma hırsı ile başka bir köye taşınmışız ben tam 2,5 yaşındayken. Aslında tam köyde değil. Bizim oralarda, Almancı dedikleri, (Almanya’dan emekli olmuş bir aile) ve en yakın köye iki kilometre uzaklıkta olduğu bir  tavuk çiftliğinde iş bularak beni ve tüm aileyi yeni bir serüvene sürüklemiş. Çünkü tavuk gübresi bilinen en kötü kokudur. O yüzden hep köy dışına yada köy girişime yapılırmış. O yüzdendir ki başka bir köye taşınmışız diyemedim. 
Köye bayram ziyaretlerine gidilirdi bizim oralarda, hani şimdi yazlık yerlere gidilen bayram günleri. Biz de babamın işi yüzünden gidemez olmuştuk her bayram. Annemin de işine gelirdi aslında, kocasının bi türlü sağlam bir bağ kuramadığı ailesini görmektense,  çalışmak işine geliyordu. Annem ve babam tavuk çiftliği ile uğraşırken bende Almancıların torunları ile oynayarak günlerimi geçirirdim. Çünkü abim sevmezdi benimle oynamayı. Ben hep bebeklerime annemin en sevdiği kumaşları yırtıp elbise dikmekle uğraşırdım. O ise bisiklete binmeyi öğrenmeye çalışır, arkadaşları ile maç yapar, bağa bahçeye giderdi. Almancıların iki torunu vardı. Benim en çok sevdiğim Mustafa’ydı. Benden bir yaş küçük sıska tatlı bir çocuktu. Daha güzel oyun oynardık birlikte. Upuzun, beli geniş ve etrafı kum dolu bir ceviz ağacı vardı  Almancıların villasının önünde. Hatta, o ceviz ağacı yaz aylarında bize klima görevi yapardı. Onun altına oturup ceviz ağacı yaprakları içine kum koyup sarma sarardık Mustafa ile birlikte. Şehirde yaşıyordu onlar. Ya hafta sonu gelirlerdi yada okul tatillerinde çiftliğe. Onların gelişi ile benim ve abimin ayrı ayrı oynayışları son bulurdu. Toplam dört kişi geceleri koca villanın etrafında saklambaç oynardık. Hele yaz günlerinde daha güzel olurdu yalın ayak oynaması.  Hala gözümün önüne geliyor sarışın, sıska çocukluğum ve yalın ayak etrafta saklambaç oynadığım günler. 

Galiba hiç büyüyemeceğim ben, kaç yaşına geldim, evlendim. Hala eşime yatmadan önce bu güzel günleri anlatıyorum. Ona masal gibi geliyor gece saklambaç oynamalarımız ve ayağımda terliksiz koşmalarım. Masal değil birebir yaşadım diyorum. Bana sımsıkı sarılıp iyi ki tanıdım seni diyor. 

TANRI HERKESI MUTLULUGU ANLAYABILECEK SEKILDE YARATTI

     Uzun süredir bazı dostlardan artık yazmayı bırakıp bırakmadığım konusunda mesajlar alıyorum. Hayır sadece zor günlerden geçiyorum. Fark...