28 Mart 2021 Pazar

PANDEMI'DE 1.YIL

        Merhaba. Biliyorum çok uzun zaman oldu. Aslında derslerden arta kalan zamanda (ki pek kalmıyor) yazıyorum ama düzeltmeler çok zaman alıyor. Neyse umarım iyisindir. Son zamanlarda sosyal medya paylaşımlarında  yada haberlerde  gördüğüm pandemi de bir yil başlıkları ile ilgili konuşmak istiyorum. 

       İnan bana ben de zor zamanlar geçirdim ve hâlâ geçiriyorum, bazen tek yapabildiğim aktivite evimin bir kaç sokak ötesindeki parka gidebilmek, ya da evimin üstündeki çatıda güneşi hissedebilme o da derslerden vakit bulursam. Sakın şikayet ediyor diye düşünme, hiç etmiyorum daha önce de söylemiştim, kendime yeni bilgiler katma mutluluğu herşeye değer. Hem evde boş boş durup eşimle kavga çıkarma yolu düşüneceğime ders düşünüyorum daha ne olsun. Demem o ki; herkesin lanet ettiği bu pandemiden ben kendime birçok şey öğrettim. Mesela; ne olursa olsun ailenden yada sevdiklerinden önemli hiçbirşey yokmuş, New York’ta hayat kurma derdinden anlamamışım ben hiç, hele birde 5 yılın özlemide birikince… Diğeri; yıllardır okumaktan korktuğum, anlamam nasıl olsa diye gösteriş olsun diye aldığım ve ilk sayfasını bile okumadan bir kenera bıraktığım ingilizce yazıları hatta kitapları okudum bu dönemde. Senin için kulağa komik gelebilir ama bana çok büyük özgüven verdi bunu yapabilmiş olmak. Bir diğeri ise, kendi çapımda öğretmen oldum, önce dünyalar tatlısı yeğenim Bengisu ile başladık basit ingilizce derslerine, şimdi tam dört tane öğrencim var. Onların öğrendiğini görmek bana başka bir mutluluk veriyor inan. Bir başka güzel şey spor yapma alışkanlığı. Bazen sosyal medya paylaşımlarımda da yer veriyorum spor yaptığıma ve sende yapmak istersen sana destek olmaya hazır olduğuma (ne yemelisin yada yememelisin olarak değil tabii ki bunun için eğitim almak gerekiyor, ki onunda eğitimini almaya başlıyorum yakında) şöyle ki genç yaşta çalısmaya başlayınca hiç durup spor yapsam demedim, Marmaris’te çalıştığım dönemde spor yapın sağlığınız, kondisyonunuz için önemli diyen sevgili müdürüm Sadi Bey’in dediklerine hiç önem vermemiştim (çocukluk aklı, özür dilerim değerli Sadi Bey). İşte tam da bu pandemi döneminde bana iyi gelmeyen tüm alışkanlıklarımdan vazgeçip, hergün beynime, kendimi ne kadar sevdiğimi ve egzersiz yapmanın beni mutlu edeceğine dair sinyaller gönderdim. Ve artık sporu kilo vermek için yada yapmış olmak için yapmıyorum. En güzeli de beni bu güzel yola yönelten canım Merve sayesinde seninle tanıştım ve tam bir yıl oldu, seni tanıdığıma değerli vaktini yazılarımı okumaya ayırdığın için minnettarım. 

      İşte benim birinci yılım böyle geçti, bazen mutsuz, bazen umutsuz ama bir çok gün enerjik, bilgi dolu, öğrenmeye aç. Bende durumlar böyle sevgili okur, açıkçası bu pandemiden çok da nefret etmedim. Sende etme, çok haklısın hayatımız alt üst oldu ama “Nerden biliyorsun hayatın altının üstünden daha iyi olmayacağını?”


7 Şubat 2021 Pazar

HİÇ ÖNEMİ YOK

         Merhaba, öncelikle yazılarımı okuyan ve zaman ayırıp bana destek vermek için yorum yapan sana gerçekten tüm kalbimle kucak dolusu sevgiler gönderiyorum. Her ne kadar karantina sürecinde tek yaptığımız sosyal medyada dolaşmak olsa da uzun bir yazıyı okumak bazılarımızı yorabilir yada bunaltabilir. Bu sebeple tekrar yazımı okuyan güzel kalbine teşekkür etmek istedim bu sayede. 

         Umarım iyisindir. Ben güzel bir hafta geçirdim. Eğer beni tanıyorsan hemen hemen her gün spor yaptığımı, sağlıklı beslediğimi ve bunun bana çok güzel enerji verdiğinden bahsettiğim biliyorsundur. Ama ben tekrardan söylemek isterim ki son 1 yıldır başladım spor yapma serüvenimde çok güzel bir noktaya ulaştım, bunun 6 ay öncesi başlangıç süreci de var tabii ki ama orda çalışıyorum diye bahane ederek hep erteliyordum (yapmak istediklerini, hayallerini asla erteleme) sağlıklı yaşama düşüncesini, yanlış yapmışım. Bu konudan da bir ara detaylıca bahsetmek isterim, sende istersen. Biliyorsun okulumun bu hafta ilk haftasıydı, toplam 4 dersim var Türkiye’deki gibi değilmiş üniversite topu topu 4 ders verdiler ama 8 derse bedel inan. Okulu unutmuş biri için, bir de başka dilde olunca ikiye katlanıyor zorluk. Ama inan hiç şikayet etmiyorum bu tatlı yoğunluktan ve zorluktan, her gün kalkabildiğim saatte kalkıyor (çünkü eşim gece geç saatlere kadar çalışıyor ve onun yaptığı telefon konuşmalarından dolayı erkenden uyuyamıyor haliyle bu yüzden sabah erken kalkamıyorum, eh evlilik de böyle birşeymiş) ve günlüğümü yazıyorum. Günlük yazmanın sizi rahatlatan başka bir alternatif olduğunu biliyor muydun? Mutlaka denemelisin. Canım Merve’ye bana bu alışkanlığı kazandırdığı için özellikle teşekkür etmeliyim. (aslında bana hergün 3 sayfa yaz demişti ama ben günlükte en az 2 sayfa yazıyorum) Okul diyordum, ilk haftamı bugün bir dersimdeki sunumumdan aldığım tam puanla bitirdim çok şükür, çok da fena değilmiş İngilizcem onu farkettim. Daha önce ki yazımda Kıbrıs’ta okula gittiğimden bahsetmiştim hatırlarsan eğer, sınıfımdaki herkes 18-22 yaşları arasındaydı, ne hikmetse bu yeni sınıfımda da yaşı büyük olan tek öğrenci benim. Bu bir tesadüf müdür, yoksa evrenin bana gönderdiği bir mesaj mıdır anlamadım. Kıbrıs’taki üniversitemde kendimi kötü hissetmiştim, küçük yaşta gençlerle aynı sınıfta olmaktan ama bu yeni okulumda inan bana hiç kötü hissetmiyorum. Bunun da sebebi geçen yaz döneminde Canım Selin sayesinde Teksas eyaletinin verdiği ücretsiz İngilizce dersine girme şansım olmuştu, görmelisiniz belki 70 yaşındaki adam hali hazırda kendi dili hariç 2 farklı dil biliyor olmasına rağmen yeni bir dil(Ingilizce) öğrenme çabasındaydı, aslında çok uzun süredir de Amerika’da yaşıyordu demekki bu zaman zarfında öğrenememişti yada vakti olmamıştı ama en azından o çabası bana büyük bir ders ve güzel bir örnek olmuştu.

         Bir başka güzel sebep ise; Kemal Sunal’ı hatırlar mısın? Kim hatırlamaz ki diyorsun değil mi okurken? Evet kelimelere sığmayacak kadar çok sevdiğim bir oyuncuydu. Bir çoğunuz gibi bende onun o güzel filmleri ile büyüdüm. Hani ne zaman televizyonda yayına koysalar binlerce kez izlenmiş olmasına aldırmayıp, her defasında daha heyecanla izlediğin, duygusal yerlerinde her defasında daha da çok seni ağlatan o oyuncu… Hiç unutmuyorum bir gün ana haberde Kemal Sunal 51 yaşından sonra üniversite mezunu oldu diye bir haber çıkmıştı, ve ondan sonra da etrafımda bir çok insandan Kemal Sunal geç de olsa mezun olma hikayesi örneğini duymuştum. Evet onun hikayesi de bambaşkaydı, hayatın verdiği şartlardan dolayı 27 yılda bitirmişti belki… Ama olsun bitirmişti nihayetinde. Rahmetlinin o konuşmadan tüm kalabalığı güldürdüğü güzel gülüşünü hatırlıyorum bazen açıp videolarına bakıyorum. Tabii o zamanlar çocuktum anlamıyordum ama şimdi anlıyorum ki, eğitimin yaşı, yaşının da yapmak istediklerinin yanında hiç önemi yok. 

28 Ocak 2021 Perşembe

ISTE YETER KI

    Belki de hayatımın en güzel günlerinden biri bugün. 5 yıl önce kazayla barajı geçtiğim üniversite sınavının sonucunu aldığımda da bu duyguları hissetmiştim.  Haklısın bazıları için çok basit bir histir bu belki ama benim için çok önemli üniversite okumak hele ki ailemde hiç üniversite bitiren biri olmadığını ve annemin tek hayali benim havaya kep atmamı görmeyi istediğini düşünürsek. 


    Türkiye’de iken çok eksikliğini hissetmemiştim okumamış olmanın eh Kıbrıs’ta da kaza ile kazanmıştım zaten, ama yanlış düşünme bölümümü çok sevmiştim. Çalışmak ve okumak zordu işyerimin ve müdürlerimin desteği sayesinde  o da hallolmuştu. Velhasıl otelde çalıştığım pozisyon gereği ilk yılın ortalarında aklıma düşen İngilizce öğrenme merak ve arzusu, otele yarı zamanlı çalışmaya gelen bir öğrenci ile tanışmamla başladı Amerika’ya gelme maceram. 3 aylığına diye gelip burada kalınca mecbur üniversitemi de bırakmak zorunda kalmıştım hani o nolursa olsun bitirip annemi kep atma törenine çağıracağım üniversite. Başlarda çok üzülmüştüm 25 yaşına geldim ve herhangi bir bölüm mezunu olamadım, mesleğim yok, vs... Hepimiz çok çok iyi biliyoruz ki hayat bazen planladığımız gibi gitmiyor, eh Amerika’da ki hayat gailesi de hiçbir gaileye benzemiyor. Hayatımı hep turizmde çalışarak sürdürdüm, o zamanlar evli olmayınca çok sorun etmiyordum bayramlarda izinsiz olmayı.  Ama evlenince her şey değişmişti daha önce de bahsetmiştim ya evlenince çok değiştim diye, artık restaurantta çalışmanın beni günden güne yıprattığını derinden hissediyordum. Birde buradaki restaurantlar ve müşterileri farklı insanlar.... Çok tanınan ve uzun süre çalışmayı istediğim bir Türk restaurantında çalıştım evliliğimin ilk 6 ayı ve kabus gibiydi. Restaurant lüks ama ah söylemek bile istemiyorum.  Eşime ilk ilgi duyduğum an yemek yemeye gittiğimizde bize su servisi yapan çocuğa halini hattını sormasıydı. Genelde yapmazlar bunu o su servisi yapan kişi sessiz biridir. Amerika’ya ilk geldiğimde kendime verdiğim sözlerden birisi asla kendini mutsuz edecek birşey yapma olmaktı evet bazen kısa bir süre bir işverene katlanmak zorunda olmuş olsamda yıllarca kendimi yıpratmadım bir işyeri ile. Ve kesinlikle sana da tavsiye ediyorum zira hayat kısa… Böyle böyle artık buralarda çalışarak ne kadar iyi para kazansanda bu hayata ait olmadığımı ve bu hayatın bir sonu olmadığını son bir yılda anlayıp internette bulduğum her okula başvuru yaptım sanki üniversite seviyesinde İngilizcem varmış gibi. Ingilizce’yi genelde okula giderek öğrenirler yada vizelerini güvende tutmak için okula giderler eh para verdiği okullara gidince öğreniyorlar haliyle. Bense hani hayat gailesi demiştim ya heh işte o yüzden hiç okula gitme fırsatım olmadı çalışmaktan. Tabii ki dili de sadece konuşarak öğrenmiştim. Son bir yılda New York kütüphanesinin yada diğer eyaletlerin verdiği ücretiz her derslere katılıp biraz daha geliştirdim, ama biliyorum ki hâlâ üniversite seviyesinde değil. 


    Ay çok bunaldınız değil mi? Bende anlatırken bunaldım. Tamam susuyorum bugün neden mutlu olduğuma gelirsek, sadece konuşarak öğrendiğim İngilizcemle başvuru yaptığım okula istedikleri sınavlara girip, akademik yazılarını yazıp sonunda kabul alıp bugün kaydımı yaptırdım. Sevincim bu yüzden, başta da söylemiştim üniversite okumak bazıları için boş gelebilir ama Amerika’da yaşıyorsan ve kaliteli bir hayat istiyorsan mutlaka bir diploman olmalı benim bide isteğim ailemde birinin üniversite mezunu olması. Bunu kendi çapımda bir başarı hikayesi diye bloguma eklemek istedim. Sen istersen her şeyi yaparsın bunu hiç unutma lütfen. 5 yıl önce ikinci bir dil konuşabileceğime inanmazken, yeni öğrendiğim bir dilde okula başlamak bir kanıtsa senin de istediğin her şeyi yapacağına kanıttır. Ve en güzeli de anneme yıllar önce  söz verdiğim kep atma sözünü 30’una gelmiş olsamda tutabileceğim. Umarım keyif aldın. Okul nasıl gidiyor diye yazarım mutlaka. Sevgi ile kal. 

9 Ocak 2021 Cumartesi

ATSAN ATILMAZ, SATSAN SATILMAZ

    Uykunun bana erkenden gelip birkaç saat sonra geri gittiği bir geceden herkese merhaba! Bu defa eşimin, kız kardeşinin salonundaki küçük Japon balıklarının nefes aldığı o akvaryumun sesi de tuzu biberi oldu uykusuzluğuma. Sonunda geçen sene heyecanla başladığımız 2020’den kurtulduk. Eşimin kız kardeşinin evi dedim evet, tüm riskleri alıp gelmek zorunda kaldık. Bir yıldır biz evde onlar evde, her tatilde ailesinin yanına giden eşim eh haliyle sürekli aynı evde benle kalınca ailesini görme isteği ikiye katlandı. Bende çok özlemiştim zaten onları. Ne yalan söyliyeyim çok da mutluyum geldiğimiz için. 


    Evlenince değişen bir ben miyim gerçekten merak ediyorum? Sen de değiştin mi? Mesela ben herşeyi gerçekten şimdi daha iyi anlıyorum küçük bir aile kurunca. Beni değiştiren, daha doğrusu olgunlaştırdığını düşündüğüm bir durum aile kavramı... Kendilerine ailenin ne demek olduğu öğretilmeyen ebeveynle büyüdüm ben. Bana kalırsa aile olmak, evlenmeden önce herkese öğretilmeli ki sonra aile olunabilsin. Açıkçası çok da zordu ve onların bilmediği bir şeyi bana öğretmelerini beklemek de onlara yapılabilecek çok büyük bir haksızlıktı. Sahi neydi aile? Geniş bir aileye sahip olmama rağmen onlarla bağım olmaması gerçekten çok üzüyor beni aslında. Sahi neden bağ yok aramızda? Ben ki Hacı Uzunlar’ın defalarca hac görevini gerçekleştirmiş biricik oğullarının kızıydım. Ama hiç de biricik bir torun yada bir insan olarak sevilmedim onların gözünde. Dinimizde önce aile denmiyor mu? Gerçekten anlamıyorum ama suçladığım birçok insan var böyle birbirimize uzak olmamıza sebep olan, sırf bu soğukluktan dolayı hiçbir kuzen bağımın olmaması da haliyle kaçınılmaz. Tamam haklısın, düşünce yapım ve hayata bakış açım büyüdüğüm ortama göre aykırı bunu kabul ediyorum, ama önemli olan bu hayatta kimseyi kırmamış olmam değil mi? Neye göre karar veriyorsunuz birini ailenize alırken? Ben artık bu yüzden sevilmemeyi de kabul ediyorum, hem bu farklı düşünce yapıları degil midir ki aileyi bir arada tutan? Bazen diyorum ki eğer bir kaçı yanımda olsalardı, bana hakettiğim değeri verselerdi böyle kilometrelerce uzakta kendime hayat kurma çabasında olmazdım. Ama sonra iyi ki de yanımda olmamışlar diyorum. Yoksa nasıl tanışacaktım dünyanın en güzel kalpli insanı ile. Hatta belki de bu yüzden kültürümüzün çok başka ama saygımızın hiç eksilmediği bir aileye sahip oldum Allah’ın Amerika’sında. İşte onunla evlendikten sonra ne olursa olsun ailemi sevmeyi, onlara olan kızgınlığımı bir kenara bırakmayı öğrendim.. Benim gençken olduğu gibi ( hâlâ da gencim) onlarında çok hatası oldu, hatta bazen düşündüğümde affedilemez olduğunu hissettiğim hatalar. Ama biz insanoğlu işte… 


    Genelde cahildim derler ya bu hataları düzeltmeye çalışırken, artık ben hepsine inanıyor ve hep güzel şeyler düşünmek istiyorum. Çünkü benim vaktim yok beni muhafazakar ailem seviyor mu diye düşünmeye. Bu yüzden kendime dedim ve; sana da söylüyorum sende affetmelisin hayatından çıkaramayacağın insanların hatalarını. Hani var ya bazı insanlar atsan atılmaz, satsan satılmazlar grubundakiler... 

17 Kasım 2020 Salı

ŞÜKRAN GÜNÜ

    Malum Amerika karışık, herkes hep bunu söylüyor son günlerde sanki kendi ülkeleri karışık değilmiş gibi. Evet kötü olaylar yaşanıyor ama neden insanlar bu ülkeyi sevmeyip bu ülkeyi dilinden düşürmüyor anlamış değilim hala. Şu aralar gündem Şükran Günü kutlamaları ile alakalı. Ne düşünüyorum biliyor musunuz? Bence seçilenin ya da seçilmeyenin pek umrunda değil insanların hastalığa yakalanması, işsiz kalması. Neyse…

Koronaydı, Başkanlık seçimleriydi derken sonunda Amerika’da en güzel sezona ve benim de çok sevdiğim sezona geldik. Tatil Sezonu. Korona’dan önce ve sonra diye ayrılan ve kara bulutlarla dolu bu yılımızda her yıl Şükran gününü ailesi ile geçiren Michael’ın bu yıl  çok hüzünlü olduğunu hissediyorum. Ama ne yapalım önemli olan sevdiklerimizin ve herkesin sağlıklı olması diyoruz kendimizce. Gündemi en çok meşgul tutan haberse Şükran gününde 5 kişiden fazla kişiyle bir araya gelmeyin başlıkları ile dolu. Ee seçim kampanyasında herkes dip dibe tezahürat tutuyordu o gün niye binlerce kişi yanyana gelmesin demediler. Kendi ülkemde zaten nefret etmiştim ama burada daha çok soğudum siyasetten ve siyaset yaptığını sanan insanlardan. Neyse ki ne hikmetse tam da seçimin sonrası aşı da bulunduğuna göre biraz daha içten nefes alabiliriz değil mi?  Tüm yıl boyunca sevinemediğimiz o günler için bu yılki Şükran gününde biraz olsun seviniriz belki. Sanki köyde Şükran günümü vardı diye bir soru daha? Hayır yoktu, bayramlar vardı 10 aileden 9’nun her bayramı birbirine zehir eden aile fertleri ile dolu bayramlar. Ben mesela hatırlamıyorum hiç çok mutlu olduğum bayramları, bayramlıklarım alındığı gün dışında. Hep bir huzursuzluk olurdu, aile bireylerinden biri mutlaka o kalbindekileri kötülükleri dökerdi soframıza, umarım sizin güzel bayram anılarınız vardır.

 

    Son zamanlarda kiminle konuşsam mutsuz ve maalesef ki bir şekilde bu durum beni de etkilemeye başladı. Bir kere ben ikizler burcuyum mutsuz insanların derdine en fazla 5 dakika ortak olabilirim sonra dayanamam gülesim gelir. Bana kalırsa tam da bu yüzden hepimiz aslında bu yolu denemeliyiz. Şimdi diyeceksiniz ki senin tuzun kuru orada. Hayır aslında bende pek parlak koşullarda değilim. Bir kere bende işsizim ama bunu düşünüp bana verilmiş kısıtlı günlerimi heba etmekle geçirmemeye çalışıyorum. Siz de denesenize emin olun iyi gelecek. Yok mu hep böyle düşündüğünüzde mutlu olduğunuz anlar? Ben mesela bir gün yeğenlerime sımsıkı sarılacağım diye düşünürken, Seher’im ile karşılıklı rakı içeceğiz diye düşünürken, Canım Selin’imin çocuklarıma çok tatlı bir teyze olacağını düşünürken ve sevdiğim adamla yaşlanacağım günlerimi düşünürken bile çok mutlu oluyorum. Şükran gününde Amerikan ailem ile bir araya gelemesek de kalplerimiz birlikte kim sallar, baştaki yöneticilerin ne söylediğini. 

22 Ağustos 2020 Cumartesi

AĞAÇ DEĞİLİM

    Ben geldim, aylar oldu değil mi sizlerle düşüncelerimi paylaşmayalı? Hayır bırakmadım yazmayı, geçici bir heves değil çünkü benim için. Dilini, insanlarını bilmediğin bir ülkede yaşamanın zorluklarını düşündünüz mü hiç? Ben dört yılı aşkın burda olmama rağmen hala o zorlukları yaşıyor ve hala onlarla nasıl çok fazla yara almadan savaşırım diye düşünüyorum. 

  

   Evlenmeden önce Amerika’ya gelen her Türk gencinin yaptığı gibi bende Türk restaurantlarında çalıştım. Bu bir klasik olmuş artık burada, öğrenciysen ya da yasal bir konumun yoksa, en çok para kazanabileceğin yerlerdir. En güzel kısmı ise; Türk restaurantında çalışıp, Türkiye’nin birçok değişik şehrinden gelmiş ve değişik hikayeleri olan birçok insan ile tanışıyorsun. Yine uyuyamadığım bir gecedeyim. Central Park’a gitmiştim bugün galiba oranın temiz havası beni çok etkiledi ki, kitap okumama rağmen uykum gelmedi bi türlü. Neyse… En son çalıştığım Türk restaurantında o kadar çok güzel insanlar tanıdım ki; sanki özenle seçilmiş, ilginç ama kimseye zarar vermeyen aksine güzel kalpli kişiler girdi hayatıma. Tabii klasik gurbetçiler olarak bir mesajlaşma grubu kurup; birbirimizi özlediğimizi söylemeden, zenginliğimiz ve fakirliğimizi konuşmadan, dedikodu yapmadan da duramazdık. Türkiye’de aldığım lise diplomam bu ülkede geçmediği için, lise diploması alma sınavlarına hazırlanıyorum bu aralar. Yazmıyor olma sebebim bu aslında. HerneyseO konuşmalarından birinde canım, güzel kalpli bir arkadaşım bana evlendin, mesleği iyi bir kocan var ama yine de bu azmine hayranım dedi. Bunu sevdiğim birinden duymak çok güzel ve onurlandırdı beni. Aslında çok iyi de anlıyorum ve hak veriyorum onun neden bunu söylediğini. Bundan yaklaşık on yıl önceki ben olsaydım kesinlikle evlilikten sonraki tek düşüncem çocuk sahibi olmak olurdu. Okuduğunuz kitaplar, izlediğiniz filmler ya da bulunduğunuz yer öyle bir değiştiriyor ki bakış açınızı bazen o yıllarda ki kişiye dönüp baktığınızda çok aptal yanlışlar yapmışım diyorsunuz. Yani en azından ben diyorum. Eh insanız sonuçta tabii ki hatalarımız olacak. Değil mi ama? Aslında tam da bu yüzden di benim kendimce bişeyler yazmaya başlama sebebim. Olmaz bu benim kaderim deyip kendini mutsuzluğa iten güzel kalplere bi nebze kendimi tanıtmak. Hayatta hep örnek ararız ya, kendi kendinin örneği olmak galiba en zoru. 

 

   Manisa’nın o erkek egemen ilçesinde yaşadığım dönemde, sorsanız haritada gösteremediğim bir ülkede yaşıyor olmam, tatlı Egeli köy şivesi konuşurken yeni bir dil öğrenme çabalarım; bana göre kaderimi kendim belirlediğimin en güzel örneği. Aslında yaşadığın kaderi yeniden belirlemek, istediğin yöne çevirmek senin elinde. Bundan dört yıl önce başka bir ülkede yeni dil öğrenip, sırf düzgün bir geleceğin olsun diye 29 yaşından sonra lise diploması almak için oturup ders çalışacaksın deselerdi gerçekten çok gülerdim bunu söyleyenlere. Ama hayatını kendin yönlendirebiliyormuşsun. Seni aldatan, kandıran, sana işkence yapan insanların etrafında olmak zorunda değilmişsin.  Çok sevdiğim bir söz vardır. “Bulunduğun yer seni memnun etmiyorsa, yerini değiştir, ağaç değilsin.”

30 Haziran 2020 Salı

KIRMIZI KUTUDAKİ MUTLULUK

    Eskiden ne çok dinlenirdi radyolar. Ben hâlâ dinliyorum bazen, ama eskiden olduğu gibi değil tabii ki, gelişen çağın verdiği etki ile. Işıldak diye bir alet vardı bilir misiniz? 

Babamın, o ışıldak dediğimiz hem eve aydınlık veren hem de radyosu olan o meşhur küçük ev aleti. Sizde de var miydi? Babam dokunmamızı istemezdi hiç. 


    İnsanın hiç aklından silinmeyen günler vardır ya, bugün yine o günlerden birindeyim. Küçük yaşlarımda köye gönderildiğimden bahsetmiştim daha önceki yazılarımda. Seviyordum da aslında, annemler hep çalışıyordu, abimse kendi derdinde, büyüdükçe bir kardeşi olduğu gerçeğini kabul etmeyen biriydi. Hâlâ da kabul etmez, başkaları can kardeşidir onun için, bense herhangi birisi… Haliyle bende yalnız kalırdım oyuncak bebeklerimle küçük dünyamda. Köye gittiğimde ise daha eğlenceli geçerdi günlerim. Her gittiğimde bi kere teyzemler ağlatırdı beni, niye geldin yine diyerek. Ben de her şeye ağlayan biriydim, çabuk alınırdım söylediklerine. Buna rağmen teyzelerin yanında olmak bana huzur veriyordu, çünkü hissediyordum kötü niyetle söylemediklerini. Nasıl hissediyordun diyecek olursanız, insan sevilmediğini hissettiği yerde durmaz, hele küçük çocuk asla. Kendi evimdeki kaostan kurtulmanın sevinciydi belki bendeki. Manisa‘nın bir köyünde doğdum ben, oralarda yaygın olan tütün üretimi işiyle meşguldü dedemler. Ah, sabahın 02.00’da kalkar, zifiri karanlıkta gaz lambasının verdiği küçük ışıkla kırarlardı tütünleri. Değişik bir adamdı dedem, beni severdi çok iyi bilirdim ama çocuklarını o kadar sevdi mi işte o konudan emin değilim… Neyse Allah rahmet eylesin diyelim. Tütünü kırıp eve iğnelere dizmek için geldiğimizde, önce o meşhur  tarhana çorbasını yerdik, kurumuş ekmekleri içine doğrayıp, yanına da bahçeden toplanmış mis kokulu domatesleri ve soğanları, gelişi güzel doğrardı elleri güzel teyzem. Tadı hâlâ damağımda desem inanir mısınız? Tütün kırmanın başka bir güzel yanı ise, kırmızı anteni bozuk, eski bir kutudan gelen müzik sesleri ile özellikle teyzemlerin mutluluğu, başka bir dünyada yaşadıklarını hayal ettiği anlardı. Biliyordum bazen çok mutsuz olduklarını, isyan ettiklerini, görebiliyordum küçük gözlerimden. O küçük kırmızı kutudan gelen ses gerçekten mutlu ediyordu onları. Hep birilerinin isteklerini duyardık o kırmızı kutudan, en çok da kader mahkumlarının isteklerini yada mektuplarını sunucu uzun uzun okur, onların istediği şarkıları yayınlardı. Dünyalar tatlısı bir halam var. Her ne kadar akrabalarımı sevmediğimden bahsetmiş olsam da koca halam baska... Aslında annemin halası, o yüzden koca hala demeyi öğrettiler bana küçükken, hâlâ da öyle diyorum. Bazen adını söylediklerinde kim olduğunu çıkaramıyorum desem yeridir. Birçok zaman teyzemlerle koca halama giderdik ziyarete, köyde evinde sabit telefonu olan nadir insanlardan biriydi. Onun evine gittiğimizde ondan habersiz radyoda şarkı isteği yapardık. Hoş şimdi söylesek kızmazdı da, o zamanlar korkardık. Kalbi başka çünkü, diğer akrabalar gibi şeytanlığa çalışmaz onun aklı. Teyzem genelde Elazığ’da askerlik yapan abisine dinleyemeceğini bilse de, çok sevdiği Cengiz Kurtoğlu’ndan bir şarkı isterdi. Ben kapıda sessizce bekleyip, koca halam gelirse onu uyarma görevindeydim.


    Şarkı isteği yaptıktan sonra radyonun başında istek şarkımızı çalmalarını beklemekteydi sıra. Bazen beş, bazen yedi şarkı sonrasında çalar ama mutlaka çalarlardı, heyecanla beklediğimiz şarkımızı. Başka bir duyguydu o kırmızı küçük ve antensiz kutudan çalınacak şarkıyı beklemek. İstek yapanın adını, dedem yada tanıdıklardan biri duyacak korkusundan dolayı veremez, sessizce isteğin çalınmasına sevinirdik. Sanki o kırmızı kutuda birisi yaşıyordu benim için. Ne güzel günlerdi, ne güzel duygulardı korkarak da olsa, o şarkının bizim için çalındığını bilmek.


TANRI HERKESI MUTLULUGU ANLAYABILECEK SEKILDE YARATTI

     Uzun süredir bazı dostlardan artık yazmayı bırakıp bırakmadığım konusunda mesajlar alıyorum. Hayır sadece zor günlerden geçiyorum. Fark...