Eskiden ne çok dinlenirdi radyolar. Ben hâlâ dinliyorum bazen, ama eskiden olduğu gibi değil tabii ki, gelişen çağın verdiği etki ile. Işıldak diye bir alet vardı bilir misiniz?
Babamın, o ışıldak dediğimiz hem eve aydınlık veren hem de radyosu olan o meşhur küçük ev aleti. Sizde de var miydi? Babam dokunmamızı istemezdi hiç.
İnsanın hiç aklından silinmeyen günler vardır ya, bugün yine o günlerden birindeyim. Küçük yaşlarımda köye gönderildiğimden bahsetmiştim daha önceki yazılarımda. Seviyordum da aslında, annemler hep çalışıyordu, abimse kendi derdinde, büyüdükçe bir kardeşi olduğu gerçeğini kabul etmeyen biriydi. Hâlâ da kabul etmez, başkaları can kardeşidir onun için, bense herhangi birisi… Haliyle bende yalnız kalırdım oyuncak bebeklerimle küçük dünyamda. Köye gittiğimde ise daha eğlenceli geçerdi günlerim. Her gittiğimde bi kere teyzemler ağlatırdı beni, niye geldin yine diyerek. Ben de her şeye ağlayan biriydim, çabuk alınırdım söylediklerine. Buna rağmen teyzelerin yanında olmak bana huzur veriyordu, çünkü hissediyordum kötü niyetle söylemediklerini. Nasıl hissediyordun diyecek olursanız, insan sevilmediğini hissettiği yerde durmaz, hele küçük çocuk asla. Kendi evimdeki kaostan kurtulmanın sevinciydi belki bendeki. Manisa‘nın bir köyünde doğdum ben, oralarda yaygın olan tütün üretimi işiyle meşguldü dedemler. Ah, sabahın 02.00’da kalkar, zifiri karanlıkta gaz lambasının verdiği küçük ışıkla kırarlardı tütünleri. Değişik bir adamdı dedem, beni severdi çok iyi bilirdim ama çocuklarını o kadar sevdi mi işte o konudan emin değilim… Neyse Allah rahmet eylesin diyelim. Tütünü kırıp eve iğnelere dizmek için geldiğimizde, önce o meşhur tarhana çorbasını yerdik, kurumuş ekmekleri içine doğrayıp, yanına da bahçeden toplanmış mis kokulu domatesleri ve soğanları, gelişi güzel doğrardı elleri güzel teyzem. Tadı hâlâ damağımda desem inanir mısınız? Tütün kırmanın başka bir güzel yanı ise, kırmızı anteni bozuk, eski bir kutudan gelen müzik sesleri ile özellikle teyzemlerin mutluluğu, başka bir dünyada yaşadıklarını hayal ettiği anlardı. Biliyordum bazen çok mutsuz olduklarını, isyan ettiklerini, görebiliyordum küçük gözlerimden. O küçük kırmızı kutudan gelen ses gerçekten mutlu ediyordu onları. Hep birilerinin isteklerini duyardık o kırmızı kutudan, en çok da kader mahkumlarının isteklerini yada mektuplarını sunucu uzun uzun okur, onların istediği şarkıları yayınlardı. Dünyalar tatlısı bir halam var. Her ne kadar akrabalarımı sevmediğimden bahsetmiş olsam da koca halam baska... Aslında annemin halası, o yüzden koca hala demeyi öğrettiler bana küçükken, hâlâ da öyle diyorum. Bazen adını söylediklerinde kim olduğunu çıkaramıyorum desem yeridir. Birçok zaman teyzemlerle koca halama giderdik ziyarete, köyde evinde sabit telefonu olan nadir insanlardan biriydi. Onun evine gittiğimizde ondan habersiz radyoda şarkı isteği yapardık. Hoş şimdi söylesek kızmazdı da, o zamanlar korkardık. Kalbi başka çünkü, diğer akrabalar gibi şeytanlığa çalışmaz onun aklı. Teyzem genelde Elazığ’da askerlik yapan abisine dinleyemeceğini bilse de, çok sevdiği Cengiz Kurtoğlu’ndan bir şarkı isterdi. Ben kapıda sessizce bekleyip, koca halam gelirse onu uyarma görevindeydim.
Şarkı isteği yaptıktan sonra radyonun başında istek şarkımızı çalmalarını beklemekteydi sıra. Bazen beş, bazen yedi şarkı sonrasında çalar ama mutlaka çalarlardı, heyecanla beklediğimiz şarkımızı. Başka bir duyguydu o kırmızı küçük ve antensiz kutudan çalınacak şarkıyı beklemek. İstek yapanın adını, dedem yada tanıdıklardan biri duyacak korkusundan dolayı veremez, sessizce isteğin çalınmasına sevinirdik. Sanki o kırmızı kutuda birisi yaşıyordu benim için. Ne güzel günlerdi, ne güzel duygulardı korkarak da olsa, o şarkının bizim için çalındığını bilmek.